Cumartesi, Aralık 23, 2006

2007 Mevlana Yılı İlan Edilmiş


2007 yılı Unesco tarafından Mevlana yılı ilan edildi. Ne güzel aferim Unescoya. Lakin dünyanın görmek istediği, göstermek istediği Mevlana bizim bildiğimiz Celaleddin Rumi mi? Bu soru sanırım mühim . Amerikada en çok okunan şairlerin arasında olmasına rağmen, Hz Mevlananın İslam, Peygamber ve Allah aşkını üstüne basa basa anlattığı dizelerine bu çevirilerde pek rastlanmıyormuş. Bir hümanizm ve Mevlana ilintisi tutturuldu gidiyor. Batının şablonlarından " hümanizm" ile Hz Pir in bakış açısının, batı şablonlarından farklı olduğunu, araştıran ve okuyan gözler hemen fark edecektir.
MEN BENDE-İ KUR'ANEM EGER CAN DAREM
MEN HÂK-İ REH-İ MUHAMMED MUHTAREM
EGER NAKL KUNED CÜZ İN KES EZ GÜFTAREM
BİZAREM EZ U VEZ AN SUHEN BİZAREM

BEN YAŞADIKÇA KUR'AN'IN BENDESİYİM
BEN, HZ. MUHAMMED MUSTAFA'NIN YOLUNUN TOZUYUM
BİRİ BENDEN BUNDAN BAŞKASINI NAKLEDERSE
ONDAN DA ŞİKAYETÇİYİM, O SÖZDEN DE ŞİKAYETÇİYİM
Hz. Mevlananın yukardaki ilanı oldukça nettir. Tabiki insanları sevmeyi öğütler. Ve tabiki hoşgörüyü salık verir. Ama kendi ülkesinin emirlerine de, padişahlarına da aynısını korkmadan, çekinmeden söyler. 68 de savaş karşıtı romantik takılıp daha sonra ne kadar güçsüz ve mazlum varsa kanını emmek için kalemşörlük yapan, müziğini kullanan ve bir şekilde bu düzene alet olanlar, içki masalarında sevdiklerine meze yapsınlar diye yazılmadı o dizeler.
Aşk ateşten bir denizde mumdan bir gemiyle ilerlemeye benzer der hazret, aşk şiiri diye okuayanlara duyurulur.

Pazartesi, Aralık 11, 2006

ANKETLE OLUŞTURULMUŞ SON 20 SENENİN EN İYİ 20 ŞARKISI VE KLİPLERİ























ANKETLE OLUŞTURULMUŞ SON 20 SENENİN EN İYİ 20 ŞARKISI VE KLİPLERİ HUZURLARINIZDA......



1. “Smells Like Teen Spirit” - Nirvana (1991)






2. “Hey Ya!” - Outkast (2003)






3. “Sweet Child O’Mine” - Guns N’Roses






4. “Unfinished Sympathy” - Massive Attack (1991)







5. “One” - U2 (1991)






6. “Live Forever” - Oasis (1994)







7. “Bitter Sweet Symphony” - The Verve (1997)






8. “Common People” - Pulp (1995)






9. “There She Goes” - The LA’s (1990)






10. “7 Nation Army” - The White Stripes (2003)






11. “Song 2” - Blur (1997)






12. “Crazy” - Gnarls Barkley (2006)







13. “Angels” Robbie Williams, (1997)






14. "Baby One More Time” - Britney Spears (1999)






15. “Personal Jesus” - Depeche Mode (1990)






16. “Like A Prayer” - Madonna (1989)






17. “Firestarter” - The Prodigy (1997)





18. “Brimful of Asha” - Cornershop (1997)






19. “Stan” - Eminem (2000)





20. “I Bet You Look Good On The Dancefloor” - Arctic Monkeys (2006)






Pazar, Aralık 03, 2006

"Takva"




Yönetmen : Özer Kızıltan

Oyuncular : Erkan Can (Muharrem) , Güven Kıraç (Rauf) , Meray Ülgen (Şeyh) , Öznur Kula (Hace Anne) , Settar Tanrıöğen (Ali Bey), Engin Günaydın, Erman Saban (Muhittin), Salaettin Bilal (Şükrü)

Senaryo : Önder Çakar

Görüntü yönetmeni : Soykut Turan

Güzel bir yeni sinemacılar işi*. Güzel ve dikkatli gözlemlere dayalı dergah hayatı anlatımı taktire şayan. Erkan Can ın ve Güven Kıraç ın oyunculukları harika. Gidin ve görün derim...


* yeni sinemacılar :

Yeni Sinemacılar, Serdar Akar öncülüğünde kurulmuş bir sinema platformu.

1998 yılında Gemide ve Laleli'de bir Azize filmleriyle başlangıç yapan, Türk sineması'nda ilk kez çapraz senaryo kurgusuyla öne çıkan bu ekol, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar ve Maruf filmleriyle devam etmiştir.

Maruf sonrasında oluşan ticari başarısızlık sonucunda Yeni Sinemacılar dağılmıştır. Bugün ticari bir kurum olarak devam eden bir şirkettir.

Şirket, "Yeni Sinemacılık San. ve Tic. Ltd. Şti." adı ile 1998 yılında Serdar Akar, Önder Çakar ve Sevil Demirci tarafından kurulmuştur.

Yeni Sinemacılar grubunun bu güne kadar olan fillmeri;

Gemide (1998)
Lalelide Bir Azize (1998)
Yer Altında Dünya Var (2001)
Dar Alanda Kısa Paslaşmalar (2001)
Maruf (2002)
Takva (2006)

Pazar, Kasım 26, 2006

Sosyomat




Farklı bir arkadaşlık sitesi ortak ilgi alanlarından insanlarla tanışma muhabbet imkanı. Tabi halihazırda ki arkadaşlarıma vakit ayıramaz iken ne kadar gerekli tartışılır. Klasik ir ve kaptır kendini sitesi olmuş. Ellerine sağlık pillinetwork ün.

Cuma, Kasım 24, 2006

Adı sadece YUSUF İSLAM !





Yıllar önce İslam Dinini seçip tüm dünya görüşünü, yaşantısı ile beraber isminide değiştirmeyi seçen Yusuf İslam a büyük bir saygısızlık ve inatla "Cat Stevens" diyen, yazılı ve görsel iletişim araçlarına acayip bozuluyorum. Ne kadar ayıp bir insan kendisine bir isim aldıysa sizde bu ismi kullanın efendim ne olur yani.

Perşembe, Kasım 23, 2006

Amerikan Müzik Ödülleri 2006




2006 Amerikan Müzik Ödülleri: Gecede en çok ödülü " Black Eyed Peas" grubu aldı.

Aşağıda kim neler almış.....




Rock/ PoP


En iyi erkek : Sean Paul

En iyi kadın : Kelly Clarkson

En iyi grup : Red Hot Chili Peppers

En iyi albüm : All the Right Reasons, Nickelback



Country


En iyi erkek : Toby Keith

En iyi kadın : Faith Hill

En iyi grup : Rascal Flatts

En iyi albüm : Greatest Hits Volume 2, Tim McGraw



Soul/ Rhythm Blues


En iyi erkek : Jamie Foxx

En iyi kadın : Mary J. Blige

En iyi grup : Black Eyed Peas

En iyi albüm : The Breakthrough, Mary J. Blige



Rap/ Hip-hop


En iyi erkek : Eminem

En iyi grup : Black Eyed Peas

En iyi albüm : Monkey Business, Black Eyed Peas


Pazar, Kasım 19, 2006

Şahan


En sevdiğim şahan klibi...

ŞAHAN halime 1

Perşembe, Kasım 16, 2006

"Yurtiçi Kargo" paranla rezil ol





Yurt içi kargo ile hayatımın geri kalanında bir daha çalışmayı düşünmüyorum. Ailemin İstanbula benim için bir paket göndermek için anlaştığı "yurt içi kargo" konya şubesi diğer firmalardan ve nakliye seçeneklerinde en fazla fiyatı vermesine rağmen, güvenli ve sağlam bir şekilde paketi ulaştıracağını garanti ettiğinden tercih etmiştik. Paket bana geldiğinde kırılmış ve kir içindeydi. Üstelik kargo görevlisi paketin ağırlığından beni suçlayıp kamyondan kapıya taşımam da yardım isteyip en sonunda da kapının önüne atıverdi. Şirketi aradığımız zaman özür bile dilenmedi. Kolay yoldan ve aldığı parayıb haketmeden çalışan bu gibi şirketleri boykot etmediğimiz takdirde, hiç bir sektörün Türkiyede gelişmiş ülke şartlarına çıkabileceğine inanmiyorum. Ve bu yazıyı okuyan herkesi kötü hizmet yada mal aldıkları şirketleri deşifre edip mümkün olduğunca çok kişiyle paylaşmaya çağırıyorum.

Perşembe, Kasım 09, 2006

bırakamadıklarım



VENTOLİN & MARLBORO

Zehir- panzehir,Astım-nefes, ying- yang......

Salı, Kasım 07, 2006

İyi Günler Anneanne

iyi günler ilerde anneanne
iyi günler ilerde
bense yirmidört saatlik
günlerdeyim anneanne

rüyalarında senin ne kıyamet kopuyor
ne de bir gül düşüyor dalından
sen böyle istersin bilirim
gülümseyerek anneanne

oysa ne sarışın kızlar
göz kırpıyor esmer delikanlılara
ne de ortadoğu
bir gül bahçesi oluyor

yine de iyi günler
ilerde anneanne
esmerliğimiz
kıyamet herkese

halime bakıp üzülme anneanne
bir bakarsın dayımla beraber
ortak bir iş kurar
belki bir süpermarket açarız

ne dersin, kasada da
muzaffer durur, gülümseyerek
yok yok olur, dandy, pop-corn
ve kalve çorba satarız.

kahrolsun amerika deriz sonra
kahrolsun fransa için ve mançurya
kahrolur biz böyle deyince
devr-i daim düzeniyle dönen dünya

mançurya da kahrolur
niye kahrolacaksa

anneanne, müzmin
başağrılarım artıyor
işte yaşamak bu deyip dostlar
müttefiklere gülümsediğinde

anneanne, ah anneanne
çıkış yok ve bu tereke
rahmetli dedemin yüreğinden
daha eski bir mesele

yüreğimiz bölüştürülemez
iyi günler ilerde

sade ekmeği bildiğimiz
günler geçmişte
ve güzeldi anneanne
şimdi ekmek dile gelse
boğazımızdan geçişine
utandığını söylerdi

iyi günler yok!
iyi günler yok anneanne

kıyamet bize
kıyamet bize
kıyamet bize

kıyam/et bize
HÜSEYİN ATLANSOY

Pazartesi, Kasım 06, 2006




















Volver ( DÖNÜŞ)

"Volver preview"

Pedro Almodóvar

Pedro Almodóvar 24/ eylül/ 1949

Son filmi " volver " ile karşımızda. Son filmini sebep kılıp üstadın filmografisi ve hakkında bir kaç bilgi sunayım dedim.



Volver (2006/I) ... aka To Return (USA: literal English title)
Mala educación, La (2004) ... aka Bad Education (International: English title)
Hable con ella (2002) ... aka Talk to Her (International: English title)
Todo sobre mi madre (1999) ... aka All About My Mother (Europe: English title) (USA) ... aka Tout sur ma mère (France)
Carne trémula (1997) (as Pedro Almodovar) ... aka En chair et en os (France) ... aka Live Flesh (USA)
Flor de mi secreto, La (1995) ... aka Fleur de mon secret, La (France) ... aka The Flower of My Secret
Kika (1993) (as Pedro Almodovar) ... aka Kika (France)
Tacones lejanos (1991) ... aka High Heels ... aka Talons aiguilles (France)
¡Átame! (1990) ... aka Tie Me Up! Tie Me Down! (USA)
Mujeres al borde de un ataque de nervios (1988) ... aka Women on the Verge of a Nervous Breakdown (USA)
Ley del deseo, La (1987) (as Pedro Almodovar) ... aka Law of Desire (USA)
Matador (1986) (as Pedro Almodovar) ... aka Matador (USA) ... aka The Bullfighter (literal English title)
Tráiler para amantes de lo prohibido (1985) (TV)
¿Qué he hecho yo para merecer esto!! (1984) (as Pedro Almodovar) ... aka What Have I Done to Deserve This? (USA)
Entre tinieblas (1983) ... aka Dark Habits ... aka Dark Hideout
Laberinto de pasiones (1982) ... aka Labyrinth of Passion (USA)
Pepi, Luci, Bom y otras chicas del montón (1980) ... aka Pepi, Luci, Bom ... aka Pepi, Luci, Bom and Other Girls Like Mom (International: English title) ... aka Pepi, Luci, Bom and Other Girls on the Heap ... aka Pepi, Luci, Bom and the Other Girls
Folle... folle... fólleme Tim! (1978)
Salomé (1978)
Sexo va, sexo viene (1977)
Muerte en la carretera (1976)
Sea caritativo (1976)
Tráiler de 'Who's Afraid of Virginia Woolf?' (1976)
Blancor (1975)
Caída de Sódoma, La (1975)
Homenaje (1975)
Sueño, o la estrella, El (1975)
Dos putas, o historia de amor que termina en boda (1974)
Film político (1974)
Bunny letter opener 兔肉開信機

Mektup açacağı...

Cumartesi, Kasım 04, 2006

İn the name of father...






Kaç para kaç gibi yıllardır seyretmeyi nedense ertelediğim bir başka film. Ve gene, bunca yıl neden kaçırdım sorusu. Aranızda benim gibi hala izlememiş olanlar varsa hemen izlesin. İrlanda ira ve ingiltere üçgenine güzel bir bakış. Yaşanmış bir hikayeden alınmış filmin senaryosu.
Klasik ingiltere-amerikan demokrasi ve insan hakkı anlayışını bariz bir şekilde görebiliyoruz. Konu son derece dramatik olsada, anlatım oldukça akıcı ve oyunculuğun etkisiyle kimi zaman neşeli bir havaya bürünebiliyor. Klasik bir "acı" filmi değil.






Yönetmen :Jim Sheridan

SenaryoGerry Conlon

(otbiyografi)Terry George

Oyuncular: Daniel Day-Lewis, Pete Postlethwaite, Emma Thompson, John Lynch, Corin Redgrave

Musik: Trevor JonesU.S.

Universal Pictures

Salı, Ekim 31, 2006

Hepimiz kardeş miyiz?

Geçen yıl Fransa gettolarından çıkıp ülkeye yayılan ayaklanmaları ilgi ve “zevk” ile takip etmiştim. Arap,Afrika ve Türk kökenli gençler, Fransızların onları o ülkenin vatandaşı gibi görmediklerini ve bunu sürekli onlara hissettirdiklerini,okul ve işyerlerinde Fransızlarla birlikte çalışabilirken sosyal hayatlarının tamamen ayrı olduğunu söylemişlerdi.
1950’lerde yapılmış bir araştırma(Minard-1952) Amerika Birleşik Devletleri’nde bir kömür ocağında çalışan beyaz işçilerin % 60’ının zencilerle kömür ocağında konuştuklarını fakat dışarıda konuşmadıklarını,%20’sinin hem ocakta hem de dışarıda konuştuklarını ve %20’sinin hem ocakta hem de dışarıda konuşmadıklarını göstermiştir. Günümüzün Amerika Birleşik Devletleri’nde 1950’lerde görülen açık ve keskin ırkçı tavırların yerini, çoğunluğu sahte olan gülümseyişler ve demokrasi konusunda diğer uluslara rehberlik etme palavraları almıştır.Hala A.B.D’de insanları sınıflandırarak onların haklarını arama yollarına gidilmektedir.Bir ülkenin kendi içindeki halkları bölerek onlardan bahsetmesi çok büyük bir tehlike unsurudur.Velhasıl Zenci halk ulaşım araçlarında istedikleri yere oturmaya başlamış,nazar boncuğu misali her dizi filme , her reklama birer tane numune olarak katılmış ancak oturdukları mahalleleri şehrin en iyi yeri haline getirememiş,beyaz insanın kendisi ile ilgili pek çok kalıp tutumunu yıkamamıştırlar.
Kendi halkını başka halklara karşı önyargı sahibi yapıp bunun üzerinden politikalar yapan A.B.D.’nin en büyük silahı medyadır.Sosyal psikologları pek çok alandan kullanan Amerikan Hükümeti, medyayı da kullanarak çok kısa sürede bir ülkeyle ilgili yeni önyargılar geliştirtebilir.Kalıp fikirler, düşünmeyen-irdelemeyen insanlarda bir dakikada oluşup,yıllarca sabit kalma ihtimali fazla olan bilgilerden oluşur. A.B.D.’nin 1933 , 1951 ve 1967’de üniversite öğrencilerine uyguladığı bir ölçeğin sonuçlarına göre öğrencilerin Zenciler ve Türklerle ilgili kalıp tutumlarının pek fazla değişmediği gözlenmiştir.
(Çiğdem Kağıtçıbaşı-İnsan ve İnsanlar-sayfa106)



Aynı araştırmada Amerikalı gençlerin diğer uluslara olan kalıp tutumlarının yıllar içinde azaldığı ,Türkler ve Zenciler için çok fazla değişiklik göstermediği görülmüştür. Türklere olan tutumlarının diğerlerinin hepsinden daha kötü ve şiddetli olduğu da diğer bir gözlem konusudur. Bazı uluslara olan kalıp tutumlarının azalmasının nedeni olarak ülke politikaları , o ülkelerin tanıtım faaliyetleri ve lobi çalışmaları gösterilebilir.
Türklere yönelik tutumlarını belirten deneklerin sayısı azdır ve bu Türkiye’nin dışarıda neredeyse hiç tanınmadığını gösterir.Sonuncusu 40 sene önce yapılmış olan bu araştırma bugün tekrar edilse sizce sonuçlar çok mu farklı olacak?Bilgisizliğin yerini alan kulaktan dolma bilgilere bir de müslüman kimliğimiz eklendiğinde sonucun daha kötü çıkma olasılığı da yüksek..Yine aynı yıllarda Pakistan’da yapılan Türklerle ilgili kalıp tutumların ölçülmesi sonucunda Türklere karşı %100 olumlu tutumlar gözlenmiştir.Bu da aslında Amerika’daki araştırma sonuçlarına benzer bir sonuçtur.Önyargıların gerçeği yansıtıp yansıtmadığı konusunda her iki sonuçta iyi fikir sağlıyor.İşte bu önyargılar bir de aynı toprakları paylaşan insanlar arasında olduğunda Fransa’da olduğu gibi bir kaos ortamı yaşanıyor.
Kimse göç ettiği ya da göç etmeye zorlandığı yere tam anlamıyla nüfuz edemiyor..Açık açık veya gizliden gizliye yapılan dışlamalar…Her yeni kimlik tanımlamasında yeni dışlamalar..Ülke sorunları için parmak uçlarına yerleştirilebilecek yeni insan grupları… Almanya’nın yeniden yapılanmasında büyük rol oynayan Türkler bugün Almanya’da kimlik mücadelesi veriyorlar.Yeni bir kıtayı yapılandırmak,parsellemek ve topraklarını işlemek için afrikadan barut kokusu altında gemi gemi Amerika’ya taşınan Afrika halklarının yüzyıllardır süren kimlik mücadeleleri ne zaman ve ne şekilde bitecek gerçekten çok merak ediyorum.Ve tüm bunları sorgularken yaşadığım ülkenin içinde birileri tarafından sık sık telaffuz edilerek parmak ucuna yerleştirlen insanlar geliyor aklıma…O an Fransa’da yaşanan olayların çok daha büyüklerini Türkiye’de izleme ihtimali geliyor aklıma..Demokrat Fransa’nın eşitsiz tutumunu eleştirirken acaba benim ne tür cahilliklerim oluyordu?Türkiye’de artan kapkaç olaylarını belli bir yöreye maleden insanlara karşı sessiz kaldığım birkaç konuşma geldi aklıma…Ve sokakta çalışan çocukların çoğunun doğu kökenli olduğu…Şu an açık veya gizli, pek çok yerde suçlular için fısıldanan kimlik tanımlamaları var…Ve çamur at izi kalsın hesabı, asıl tetikleyici unsurun devlet politikaları olduğunu unutuyoruz bunları yaparken...İnsanların kimlikleri ile ilgili vurgulamalar yaparak , kardeş olduğumuzun söylenmesini de çok sahtekarca buluyorum..
Türkiye’de etnik kökenleri farklı olan insanlar arası diyaloglar iddaa edildiği kadar iyi mi?..Acaba aynı okulları, işyerlerini paylaşıp birbirinin evine gitmeyen kimlik tanımlamalarına sahip insanlar var mı burada?..Siyah ve beyaz derili insanların evlenmesinden daha zor koşullarda evlenebilen mezhepleri farklı insanlar mı var yoksa bana mı öyle geliyor?Bu ülkede birbinin içine nüfuz edemeyen renkler mi var?..Yukarıda verdiğim örnek araştırmayı kendi içimizde yapabilecek birisi var mı acaba?..Olumlu ve olumsuz pek çok örnekle dolu bu ülkede, olumsuz örneklerin yok olmasını diliyorum..
Keşke hepimiz kardeş olsaydık türkülerdeki gibi…

Çağrı Akyol

( sevgili Çağrı ablamın http://www.haber1.com/makale.asp?id=1961 daki yazılarına başlamasını kutlarım)

Pazartesi, Ekim 30, 2006

Ramazan Bayramıniz....

Bayramın ardından şirkete gelip biriken elektronik postalarımı okurken bayram sırasında da oldukça anlamsız bulduğum hadiseyi hatırladım. Ramazan bayramına saygısızca ve inatla "şeker bayramı" adını veren ve bu şekilde bayramımı tebrik eden cahillleri.
Anlam veremiyorum, bu bayram Ramazan ayını takiben gelir ve Ramazan Bayramı adını alır. İslam kültürüne hastır ve glikozun hiç bir türüyle alakası yoktur. Ramazan kelimesini kullanmak rahatsız ediyorsa o vakit hiç kutlamayın bayramımı. Zira müslümanlara ait ve kutsal kabul edilen günlere yeni isim vermek kimsenin haddine değildir. Gazete ve televizyonlarda ki bayram tebriklerinde "şeker bayramı " kelimelerini kullananların ürünlerini satın almayacağım. Bana bu şekilde mesaj yahut posta atanlara kınama mesajları göndereceğim lütfen biraz daha dikkatli olalım. Kendi kültürümüzü kendimiz dejenere etmeyelim.

Pazartesi, Ekim 16, 2006

"Kalbim Yok" ZARDANADAM


Zardanadamın son albümü "Kalbim Yok" dağıtılmaya başlandı. Grup 2001 yılının ekim ayında kuruldu. Konyalıların "tezekli serzeniş" olarak hatırlayabileceği grubun gitar ve vokalisti Erbatur Çavuşoğlu, davulcusu Tolga Kaya yı, Zardanadamın vokal ve gitarlarında görüyoruz. Yeni albümün şarkılarını www.zardanadam.com adresinden ücretsiz indirebileceğiniz gibi sınırlı sayıda albüm de sadece kargo ücretini ödemeniz koşulu ile adresinize postalanıyor.

Grubun diskografisi:

2002 mart "tamam böceği"
2002 aralık "korsan"
2005 "dibini gör"
2006 "kalbim yok"

single : 2003 "süreyya" ve 2004 "sevgililer günü"

Grup : Vokal - Erbatur Çavuşoğlu
Solo gitar - Tolga Kaya
Rirm gitar-Utku Doğruak
Davul -Cem Polat
Bas Gitar -Paşa Altın

K


Alkım Kİtabevi, Ekim ayında güzel bir dergi çıkardı. Bu degiyi benzer edebiyat dergilerinden ayıran dikkat çekici faktör fiyatı. K adlı derginin fiyatı sadece 1 ytl. Anadoluda dağıtımının yapılıp yapılmadığını şu anda bilemiyorum, lakin içerik ve tasarım olarak oldu ça nitelikli ve hoş bir dergi olmuş.Dergiye ulaşabilenlere tavsiye ederim.

Çarşamba, Ekim 11, 2006

telvin

Erkan Oğur

Piri Musiki: Erkan Oğur

1954 ankarada doğdu. MÜZiĞİ SEVER

Perdesiz gitarın mucidi- bir çok müzisyenin bir çok eserinin değerini katlayacak gitar soloları- derviş-bir çok sazı şereflendirdi- bir çok sahneyi teşrif etti- bir çok gönülü nurlandırdı-

2006-Telvin
2004 Yazı Tura
2001 Fuad ( Djivan Gasparyan)
2000 Anadolu Beşik ( İ. Hakkı Demircioğlu)
1999 Hiç (Okan Murat Öztürk)
1998 Gülün Kokusu Vardı (İ. Hakkı Demircioğlu)
1997 Eşkıya
1996 Bir Ömürlük Misafir
1994 Fretless
1983 Perdesiz Gitarda Arayışlar

Salı, Ekim 10, 2006

Demokratik Hümanist Fransa !!!




Fransa, Cezayiri 1830 dan 1962 ye kadar işgal etmiştir. Bu sürede Cezayir halkı sürekli direnmiş ve hakkını savunmaya çalışmıştır. Direnişin en şiddetli zamanı; 1954 -1962 yılları arasında oldu. Fransa Cezayirde bir buçuk milyon (1 500 0000 ) insanı şehit etmiştir.

Benin, Burkina-Faso, Cibuti, Çad, Gabon, Gine, Kamerun, Komor Adaları, Moritanya, Nijer, Senegal, Tunus, Tunus, Vietnam.

Fransa, yukarıda saydığım ülkeleri işgal etmiş maddi kaynaklarını çalmış yada çalmaya çalışmış ve de halklarına işkence edip öldürmüştür.

Her fırsatta düşünce özgürlüğünden ve insan haklarından söz eden ve bu konuda kendini sorumlu müdür tayin eden Fransa ifade ettiğimiz işgalleri ve fazlasını yapmış, halihazırda ülkesinde yaşayan göçmenlere ve afrika kökenli vatandaşlarına ayrımcılık yapmakta ve kendi içinde yaşadığı isyanları son derece sert ve kanlı bastırmaya çalışmaktadır.

Antepte maraşta yaşadıklarımızı biz biliriz. Fransanın ve batı emperyalizmin bir yere nasıl demokrasi ve huzur getirdiğini ırak bilir afrika bilir.
Umut ediyorum derin uykudaki Türk halkı ve yönetimi bu sefer gururunu , onurunu ve haysiyetini çiğnetmesin.

Batının işine gelen ve Türk dışı tüm eski kardeşlerimiz ve akrabalarımızı dışlayan farkında olmadan sevr e çanak tutan mikro milliyetçi söylemleri de batıya bakmaktan boynu tutulmuş saplantılı batı yanlısı söylemlerlerden de kurtulma umuduyla...



Pazartesi, Ekim 09, 2006

bana kitap al

Hala izlemediyseniz izleyin. Eğlenmiş çocuklar.

Cemil Meriç





"İdrakine deli gömleği giydirmemiş üstat "


(Bu Ülke, 13. Baskı, İstanbul 2001 Hazırlayan Mahmut Ali Meriç, s. 61-70)1877

Babası Mahmut Niyazi Bey'in yaklaşık doğum tarihi.1912
Balkan Harbi sırasında ailesi Yunanistan/Dimetoka'dan Hatay'a göç eder.
1916 12 Aralık günü Hatay'ın Reyhanlı kazasında Hüseyin Cemil dünyaya gelir. İki de ablası vardır: Zehra ve Nadide. Bir-yedi yaş çocukluğu Antakya'da geçer. Babası aynı şehirde Ziraat Bankası müdürü, sonra da mahkeme reisidir.
1920 Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarla 1936 arası, Suriye Fransa'nın mandası altındadır. Misak-i Milli dışında bırakılan Hatay'da da muhtar bir idare kurmuştur Fransa: Bağımsız İskenderun Sancağı.
1923 Babasının memuriyetten ayrılması üzerine Reyhanlı'ya dönerler. Aynı yıl Reyhanlı Rüştiyesi'nde okula başlar. Bu ilkokulda, üçüncü sınıftan itibaren Fransızca dersleri de okutulmaktadır.
1928 İlkokulu bitirir, elindeki diplomanın adı: "certificat d'études primaires"dir. Aynı yıl Antakya'ya gider ve Antakya Sultanîsi'nde ortaokula başlar. Eğitim Fransız kültürü ağırlıklıdır.
1933 Çalışkan bir öğrenci olmasına rağmen cebirden ikmale kalır, gözleri zayıftır ve sınıftaki tahtayı iyi görememektedir, altı numara miyobu olduğu anlaşılır.Aynı yıl, yerel Yenigün gazetesinde ilk yazısı yayımlanır: "Geç kalmış bir muhasebe" (23.09.1933).1934-35 On birinci sınıfı, birinci bölüm bakaloryayı alarak bitirir; ama liseden mezun olamaz, çünkü aynı yıl, lise on iki sınıf olur ve ikinci bakalorya konur. Yani bir yıl önce on birinci sınıfı bitirenler üniversiteye girebilirken, onun on ikinci sınıfı da bitirmesi gerekir.1935-36 On ikinci sınıf felsefe sınıfıdır, bu sınıftayken, milliyetçi tutumu, yayımlanan bir yazısı ve bu yazıda bazı hocalarına, onları yeteri kadar milliyetçi bulmadığı için sert çıkması ("Türk Genci", Yıldız, 5.7.1935), parlak bir talebe olmasına rağmen ve mezuniyetine pek az bir zaman kala, ikinci bölüm bakaloryayı alamadan okulu terk zorunda kalmasıyla sonuçlanır. Okulu bitirdiğinde tahsiline Mülkiye'de devam edebilecekken, bu imkân da böylece ortadan kalkar.1936-37 İstanbul'a gelir. Üniversiteye giremez. Bir süre Pertevniyal Lisesi on ikinci sınıfına devam eder. Hocaları, felsefede İhsan Kongar, tarihte Reşat Ekrem Koçu, edebiyatta Keyise İdalı, Fransızca'da Nurullah Ataç'tır. Kumkapı ve Kadırga talebe yurtlarında kalır. Nazım Hikmet ve Kerem Sadi ile tanışır. Onlar için kendi imzasını kullanmadan iki kitap çevirir türkçeye: Gaston Jèze'in maliye ile ilgili 400 sayfalık bir kitabı ile Stalin'in "Pratik ve Teori" adlı kitabı. Vaat edilen tercüme paralarını alamaz. 1937 İstanbul'da geçinebilmesi zordur, Mayıs ayında vapurla İskenderun'a dönmek mecburiyetinde kalır.Aynı yıl İskenderun'un Haymeseki adlı köyünde dokuz ay kadar ilkokul öğretmenliği yapar, hemen hiç öğrencisi yoktur.Aynı yıl İskenderun Tercüme Bürosu'na sınavla reis muavini olur, Türkçe basını Fransızca'ya çeviren bir ekibin başındadır. Beş altı ay kadar bu işte kalır. 1938 Hatay bağımsız bir cumhuriyet olmaktadır. Türkiye'nin sancaktaki idare amirlerinin Türk olması için Fransızlar nezdindeki girişimi sonucu, Fransızlar tarafından Aktepe'ye nahiye müdürü tayin edilir. Sadece yirmi iki gün süren bir memuriyet. İşine Hatay Valiliği'nden gelen bir telefonla son verilir. Reyhanlı'ya dönüp Batı Ayrancı köyünde ilkokul öğretmenliğine başlar. Türk Hava Kurumu'nda sekreterlik, Belediyede katiplik gibi geçici görevlerde de bulunur. 1939 Nisan ayında tevkif edilir, üç yüz kadar kitabına ve dergi koleksiyonlarına el konur. Antakya'ya götürülür, Hatay hükümetini devirmek suçundan idam talebiyle yargılanır, iki ay sonra beraat eder.Aynı yıl 29 Haziran'da Hatay Türkiye'ye katılır. 1940 Tekrar İstanbul'dadır. Bir arkadaşından İstanbul'da Yabancı Diller Okulu'na burslu talebe alındığını, oraya girebileceğini öğrenmiştir. Okula müracaat eder, giriş sınavını kazanıp iki yıl okur, iki yıl da Fransa'ya staja gönderilecektir. Tarlabaşı'nda bir pansiyonda kalmaktadır. Elit, Nisvaz gibi zamanın sanatçı ve aydınlarının bir araya geldiği kahvelere devam eder bir süre. 1941 İstanbul'daki ilk yazısı "İnsan" dergisinde yayımlanır: "Honoré de Balzac" 1942 İkinci Dünya Savaşı yüzünden Yabancı Diller Okulu öğrencileri Avrupa'ya gönderilemez, mecburi hizmeti vardır, kurada şansına Elazığ çıkar. Aynı yıl Elazığ'a gitmeden az önce tarih ve coğrafya öğretmeni olan Fevziye Menteşoğlu ile tanışır ve 19 Mart günü evlenir, eşi İstanbulludur. Aynı yıl, Haziran ayında babası ölür. Aynı yıl, 29 Ekim'de Elazığ Lisesi'nde Fransızca öğretmenliğine başlar. 1942-43 "Ayın Bibliyografyası" adlı dergide tercüme tenkitleri yayımlanır. 1943 Elazığ Askeri Hastanesi'nce düzenlenen bir kurul raporuna göre, her iki gözündeki yüksek ve 'müterakki' miyop askerlik yapmasına engeldir, askerlikten muaf tutulur.Aynı yıl, ilk kitabı yayımlanır, Balzac'dan bir çeviridir bu: "Altın Gözlü Kız" (Üniversite Kitabevi), 189 sayfalık kitabın 74 sayfası Balzac'la ilgili bir incelemenin yer aldığı önsözdür. 1944-47 arası, dönemin çeşitli dergilerinde ("Yurt ve Dünya", "Yücel", "Gün", "Amaç") özellikle Fransız edebiyatı ve düşüncesi üzerine incelemeler, daha da çok tercüme tenkitleri yazar. 1945 Şubat, Elazığ'daki stajyer öğretmenlik görevinden, iki sene dört ay sonra ayrılır. Eşinin Elazığ'a tayini çıkmadığı gibi, eşi burada iki de çocuk kaybetmiştir, ancak İstanbul'da doğum yapabileceğinin anlaşılması üzerine İstanbul'dadır ve yedi aylık hamiledir. Tip Fakültesi'nden gözlerinin yorgun olması nedeniyle aldığı rapora rağmen Bakanlıkça izinli de sayılmayınca istifa eder. Aynı yıl, 1 Nisan'da bir oğlu dünyaya gelir, ismini Mahmut Ali koyar. Aynı yıl, Balzac'dan iki çevirisi çıkar: "Otuzundaki Kadın" (A.Bolat Yayınevi, 168 sayfa) ve "Onüçlerin Romanı (Ferragus)" (Yüksel Yayınevi), 157 sayfanın 28 sayfası önsöz. 1946 16 Aralık, bir kızı gelir dünyaya: Ümit. Aynı yıl bir çevirisi daha basılır, hep Balzac'tan: "Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti" (İnkılap Yayınevi), 471 sayfa, 17 sayfalık bir önsöz. Aynı yıl, Aralık ayının son günlerinde sınavla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Fransızca okutmanı olur. 1947 Bir yıl kadar "Yirminci Asır" dergisinde yazar. 1947-53 yılları arasında makale yazmaya ara vermiş gibidir. 1953'te aynı dergide bir kaç makalesi daha yayımlanacaktır. 1948 Victor Hugo'nun "Hernani" adlı piyesinin manzum olarak tercümesi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kendisine verilir. 1949-50-51 tarihlerini taşıyan ve çeşitli okuma notlarından oluşan bir defter doldurur. Aynı zamanda yoğun bir dosyalama ve fişleme çalışması içindedir. İlgisini çeken her konuda malzeme biriktirmektedir. 1951 Muafiyet imtihanına girecek Hukuk Fakültesi öğrencileri için, F. H. Saymen ve Mösyö Louat ile, 43 sayfalık bir Fransızca "Yardımcı Metinler" kitapçığı hazırlar (Yabancı Diller Okulu, Fakülteler Matbaası). Aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne doktora öğrencisi olarak kaydolur. 1952-53 İstanbul Işık Lisesi'ne Fransızca öğretmeni olur1952-54 arası aldığı okuma notlarıyla iki defter daha doldurur. 1953-54 Yabancı dil okutmanlığına paralel olarak lise öğretmenliğini sürdürür. 1954 İlkbahar aylarında gözlerini kaybeder. Aynı yıl, yaz ayları boyunca İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi'nde yatar, birkaç başarısız göz ameliyatı geçirir. Bir gözünde retina tabakası çatlamıştır, diğerine katarakt sonucu perde inmiştir. Ameliyatlara yurt dışından devam edilmesinin uygun olacağı sonucuna varılır. 1955 21 Ocak, Denizyollarının Tarsus vapuruyla, tek başına İstanbul'dan Marsilya'ya, oradan da Paris'e gider. Fakülte tarafından "tetkikatta bulunmak üzere" Avrupa'ya seyahate gönderiliyor kabul edilerek, yola çıkabilmişse de amaç Paris'te ünlü "Quinze-Vingts" (Kenzven) Hastanesi'nde ameliyat olabilmektir. Ocak sonuyla Temmuz ayı arasında birçok ameliyat geçirir, fakat gözdeki yüksek tansiyon ve kanama yüzünden son ameliyatlar yapılamaz, yurda dönmek mecburiyetinde kalır. Bir daha ameliyat olmayacak ve artık hayatının sonuna kadar göremeyecektir. 7 Temmuz günü uçakla Yeşilköy Havaalanı'na iner. Aynı yıl, Hatay'da oturan annesi Zeynep Hanım vefat eder.Aynı yıl jurnal tutmaya ve "Quinze-Vingts Geceleri" isimli bir roman yazmaya başlar, her ikisine de devam etmez. 1956 V. Hugo'nun "Sefiller" adlı eserini, sonra da H. Taine'in "Sanatın Felsefesi" adli kitabini Türkçe'ye çevirmek talebi Maarif Vekaleti'nce geri çevrilir. Üç ay kadar sonra, Vekaletten gelen bir yazıyla, J. J. Rousseau'nun "Emil" adlı eserini çevirmesi uygun görülür, çeviriye başlar. Yaptığı çalışma yarım kalmış titiz bir çeviri örneğidir. Aynı yılın Aralık ayında "Hernani" çevirisi, Maarif Vekaleti'nin "Klasikler" dizisi arasında yayımlanır. 1957 O yılın tiyatro sezonu için İstanbul Şehir Tiyatroları'nda "Hernani"nin temsili uygun görülmüş ve sahne çalışmaları tamamlanmış gibiyken "mühim bir sebepten dolayı daha sonra sahneye konacaktır" gerekçesiyle eser, son anda programdan kaldırılır ve bir daha da temsili söz konusu olmaz.1959 Fransızca öğrenecekler için bir Fransız dili grameri hazırlar. yaklaşık 100 daktilo sayfası tutan bu çalışması basılmaz.Aynı yıl, Hugo'nun "Sefiller" adlı eserini Türkçe'ye çevirmesi Bakanlıkça uygun görülür. Ne var ki Hint düşüncesi ve edebiyatıyla ilgili geniş kapsamlı bir çalışma bütün zamanını almaktadır, çeviriye başlar ama devam etmekten vazgeçer. 1961 Eşi ağır bir rahatsızlık geçirse de hemen tamamen iyileşir. 1963 "Hint Edebiyatı"nın yazılması biter, eser baskıya hazırdır. Aynı yıl, yılbaşından itibaren düzenli olarak jurnal tutmaya başlar, "Jurnal"ine 64 ve 65 yıllarında da devam eder, bu dönemde "Mektuplar"la zenginleşen Jurnal, aralıklarla da olsa 1983 yılı ortalarına kadar sürecektir. Aynı yıl, Antakya'da İngilizce öğretmeni Lamia Çataloğlu ile tanışır. Bu tanışma hayatının sonuna kadar sürecek bir dostluğa dönüşür. Aynı yıl, Edebiyat Fakültesi sosyoloji bölümünde, hem sosyoloji öğrencilerine hem de çeşitli fakültelerden derslerini izlemeye gelen öğrencilere sosyoloji ve kültür tarihi dersleri verir, bu dersler çok düzenli olmasa da emekliliğine kadar sürecektir.1964 Bir yıl kadar bastırılamayan "Hint Edebiyatı", sonunda yayımlanır (Dönem Yayınları, 266 s.). 1965 53 yılından sonra ilk kez "Dönem" ve "Çağrı" dergilerinde makaleleri çıkar. 1966 Victor Hugo'dan, Mahmut Sait Kılıççı ile beraber manzum olarak çevirdiği "Marion de Lorme" basılır (M.E.B. Yayınları, 192 s.). Aynı yıl, Hugo'dan yapmış olduğu "Hernani" çevirisi ikinci kez basılır (M.E.B. Yayınları, 184 s.).1967 Makale yazmayı "Yeni İnsan" ve "Hisar" dergilerinde sürdürür. "Hisar"daki yazıları aralıklarla da olsa on yılı aşkın bir süre devam edecektir."Saint-Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist" bu yıl basılır. (Çan Yayınları, 143 s.). Ayni yıl, A. Meillet ile M. Lejeune'ün Encyclopédie Française'deki bir yazısını "Dillerin Yapısı ve Gelişmesi" başlığı altında, talebesi Berke Vardar ile Türkçeye çevirirler. (Dönem Yayınları, 86 s.).1969 "Sosyalizm ve Sosyoloji Tarihinde Pierre Joseph Proudhon" adlı bir çalışması Fakülteler Matbaası'nda basılır. (Türkiye Harsi ve İçtimai Araştırmalar Derneği, sayı 101, 23 s.). 1970 1968'de I.Ü.E.F. Sosyoloji dergisinde çıkan "İdeoloji" ile ilgili bir başka çalışması (sayı 21-22), bir kitapçık halinde yayımlanır (Fakülteler Matbaası, 23 s.). 1973 Balzac'tan çevirmiş olduğu "Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti" adlı eser, ikinci defa, "İhtişam ve Sefalet (Vautrin)" adıyla gözden geçirilip basılır (Ötüken Yayınevi, 543 s.).1974 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransızca okutmanlığından emekli olur. Görmemesine ve oldukça zor çalışma koşullarına rağmen hocalık görevini sonuna kadar sürdürmüştür. Aynı yılın Nisan ayında bir erkek torunu dünyaya gelir, 58 yaşında dede olmuştur. Aynı yıl, “Bu Ülke” yayımlanır (Ötüken Yayınevi, 170 s.). "Ümranlar Uygarlığa" adlı eseri de bu yıl basılır (Ötüken Yayınevi, 371 s.) ve Türkiye Milli Kültür Vakfı'ndan "fikir dalında" ödül alır. Aynı yıldan itibaren "Türk Edebiyatı", "Kubbealtı Akademi" ve "Orta Doğu" gazetesinde yazıları çıkmağa başlar. 1975 "Bu Ülke" ikinci baskıyı yapar. (Ötüken Yayınevi, 200 s.). Aynı yılın Haziran ayında bir erkek torun sahibi daha olur. 1976 "Bu Ülke" İlavelerle üçüncü defa basılır (Ötüken Yayınevi, 244 s.).Aynı yıl, "Hint Edebiyatı" adli eseri, "Hint ve Bati" başlıklı bir bölümün de eklenmesiyle "Bir Dünyanin Esiginde" adıyla ikinci kez basılır (Ötüken Yayınevi, 344 s.).1977 "Pınar", "Köprü", "Gerçek" dergilerinde makaleleri çıkar, en çok da "Pinar"da yazar. "Ümrandan Uygarlığa"nın ikinci baskısı yapılır (Ötüken Yayınevi, 366 s.).1978 "Mağaradakiler" adlı eseri yayımlanır (Ötüken Yayınevi, 352 s.).Aynı yıl Mart ayında televizyonun birinci kanalında roman üzerine bir söyleşisi yayımlanır. 1978-84 yılları arasında, çoğu Kubbealtı Cemiyeti'nde olmak üzere yılda üç dört kere konferans verir. 1979 "Bir Dünyanın Eşiğinde" üçüncü baskısını yapar (Ötüken Yayınevi, 352 s.). "Bu Ülke" yeni ilavelerle dördüncü kez basılır (Ötüken Yayınevi, 275 s.).Aynı yıl "Hareket" dergisinde de yazmaya başlar. 1980 "Kırk Ambar"ı çıkarır Cemil Meriç (Ötüken Yayınevi, 487 s.). Aynı yıl eser, Türkiye Milli Kültür Vakfı Ödülü'ne layık görülür. Aynı yıl "Mağaradakiler" ikinci baskısını yapar (Ötüken Yayınevi, 326 s.). Uriel Heyd'den "Ziya Gökalp, Türk Milliyetçiliginin Temelleri" isimli kitabı çevirir (Sebil Yayınevi, 134 s.). "Milli Eğitim ve Kültür" dergisinde ve "Yeni Devir" gazetesinde makaleleri yayımlanmaktadır. 1981 "Bir Facianın Hikayesi" Ankara'da bir yayınevi tarafından basılır (Ümran Yayınları, 167 s.).Thornton Wilder'in "Köprüden Düsenler" adlı kitabını Lamia Çataloğlu ile birlikte İngilizce'den Türkçe'ye çevirirler (Tur Yayınları, 112 s.).Aynı yıl, Ankara Yazarlar Birliği Derneği tarafından "yılın yazarı" seçilir. 1982 Kayseri Sanatçılar Derneği'nden, inceleme dalında bir ödül alır. Aynı yıl, 15 Ocak Nişantaşı Akademi Kitabevi'nde bir imza günü düzenlenir. İlk kez okuyucusuyla buluşur. Aynı yıl, 30 Ocak'ta "Cemil Meriç'le Türk kültüründeki değişmeler hakkında bir söyleşi" başlığını taşıyan bir televizyon programına katılır. 1983 Maxime Rodinson'un "Batıyı Büyüleyen İslam" adli eserini dilimize kazandırır (Pınar Yayınları, 233 s.). Aynı yıl İletişim Yayınları'nın çıkardığı "Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi'ne makaleler yazar. 7 Mart günü 41 yıllık bir beraberlikten sonra eşini kaybeder. Aynı yıl TÜYAP Kitap Fuarı'nda kitaplarını imzalar. 1984 "Işık Doğudan Gelir" adlı kitabı yayımlanır (Pınar Yayınları, 233 s.). Aynı yılın Ağustos ayında bir beyin kanaması geçirir; sol hemipleji sonucu sol tarafına felç iner. Cerrahpaşa Hastanesi'nde üç ay süren bir tedaviden sonra taburcu olur. 1985 “Bu Ülke” Entelektüel Bir Otobiyografi ve Cemil Meriç Kronolojisini de içeren 63 sayfalık bir giriş bölümüyle beşinci kez basılır (İletişim Yayınları, 285 s.)."Kültürden İrfana" adli eseri İnsan Yayınları arasında çıkar (405 s.). Aynı yayıneviyle bütün eserlerinin basılması konusunda imzalanan sözleşmeye rağmen diğer eserleri basılmaz. 1986 İletişim Yayınları'nın bu kez de "Tanzimattan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi"nde makaleleri yer alır. 1987 13 Haziran günü, kendisini yatağa mahkum eden uzunca bir hastalıktan sonra, 71 yaşında hayata gözlerini yumar. Karacaahmet mezarlığına eşinin yanına defnedilir. (Ada 8, No 890).Aynı yıl, ölümünden bir ay kadar önce, televizyonun birinci kanalında, TRT tarafından hazırlatılan: "Sanatımızdan Portreler: Cemil Meriç" adlı bir belgesel yayımlanır. Ölümü üzerine aynı belgesel bir kere daha ekrana gelecektir. Aynı yıl, Dönemli Yayıncılık'la Cemil Meriç'in varisleri arasında, bütün eserlerinin basılması konusunda bir sözleşme imzalanır, iki eserinin yayına hazırlanıp baskıya verilmesi aşamasında, yayınevinin kapanması üzerine bu girişim sonuçsuz kalır. 1989 Cemil Meriç için, 13 Haziran günü Cağaloğlu Basın Müzesi'nde düzenlenen ikinci ölüm yıldönümü anma toplantısında yapılan çeşitli konuşmalar, Hürriyet Gösteri'nin Eylül ayı sayısıyla birlikte çıkan Cemil Meriç ekinde yayımlanır. 1991 Dördüncü Ölüm yıldönümü dolayısıyla, Hatay Kültür Müdürlüğü ve İLESAM tarafından Antakya'da, "Türk Fikir Hayatında Cemil Meriç'in Yeri" konulu bir panel düzenlenir. Paneldeki konuşmalar, Mehmet Tekin tarafından "Cemil Meriç: şair, filozof, yazar" adını taşıyan bir kitapçıkta toplanır (Antakya, 94 s.).1992 Ocak ayında, Cemil Meriç'in bütün eserlerinin bir Külliyat halinde basılması konusunda, İletişim Yayınları ile Cemil Meriç'in varisleri olan çocukları arasında bir neşir sözleşmesi düzenlenir. Bu sözleşmeye göre, Cemil Meriç'in basılmış bütün telif eserleri, basılmamış "Jurnal" ve "Mektuplar"ı, çeviri eserleri ve yine basılmamış ders notları, konferansları, diğer yazıları yayınevince yayımlanacaktır. Cemil Meriç'in beşinci ölüm yıldönümünde "İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Öğrenci Kültür Merkezi Edebiyat Kulübü" tarafından bir anma günü düzenlenir.

Cuma, Ekim 06, 2006

Altın Oran ve Güzellik !













Tam olarak ne zaman ve kimin zamanın da bulunduğu belli olmayan "altın oran" bir çok farklı kültür ve uygarlık tarafından bilindiği ve üzerinde durulduğu bilinmektedir. Fibonacci sayıları(Fibonacci sayıları (1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, 4181, 6765... şeklinde devam eder) ile Altın Oran arasında ilginç bir ilişki vardır. Dizideki ardışık iki sayının oranı, sayılar büyüdükçe Altın Oran'a yaklaşır)
, Euclid teoremleri, Leoanarda da Vinci nin ilahi oran adlı yayınında verdiği bilgiler hep altın orandan bahsetmektedir. İnsanları ve sanat eserlerini güzel bulmamızı sağlayan, gözümüzün aradığı uyum ve armonidir. Çoğu bilim adamı bu güzelliğin altın orana yaklaştıkça sağlandığını iddaa etmiştir.
Fotoğraflarda gördüğünüz kişi nin bu oranlara ne derece yakındır bilemiyorum ama "altın oran kanaatimce budur"

Pazartesi, Eylül 25, 2006

Altın Portakal


En iyi filmde nedense jürinin en beğendiği yönetmen, oyuncu, senaryo yok. Çok merak ettim dünyanın başka yerinde olur mu? En iyi film seçiyorsunuz ama başka hiç ödülü yok. Ne yönetmeni ne senaryosu ne başrol oyuncusu en iyi olmayan bir en "en iyi" .







En iyi film“Kader” Yönetmen Zeki Demirkubuz300.000-YTL para ödülü ve Altın Portakal Heykeli
Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü“Takva” Yapımcı Sevil DemirciAltın Portakal Heykeli
Behlül Dal Genç Yetenek Özel ÖdülüUfuk Bayraktar (Kader filmindeki rolüyle) Digiturk’un desteğiyle 25.000.-USD + Altın Portakal Heykeli
En İyi YönetmenNuri Bilge Ceylan “İklimler” filmiyle30.000.–YTL ve Altın Portakal Heykeli
En İyi SenaryoÖnder Çakar “Takva” filmiyle20.000.-YTL ve Altın Portakal Heykeli
En İyi MüzikGökçe Akçelik “Takva” filmiyle20.000.-YTL ve Altın Portakal Heykeli
En İyi Kadın Oyuncu Sibel Kekillli “Eve Dönüş “ filmiyle
En İyi Erkek Oyuncu Erkan Can “Takva” filmiyle
En İyi Görüntü Yönetmeni Soykut Turan “Takva” filmiyle
En İyi Sanat Yönetmeni Erol Taştan “Takva”
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Civan Canova “Eve Dönüş”
En İyi Kurgu Ayhan Ergürsel “İklimler”
En İyi Laboratuar Sinefekt “İklimler” ve “Takva”
En İyi Makyaj ve Saç Nimet İnkaya “Takva” filmiyle
En İyi Kostüm Tasarımı Ayten Şenyurt “Takva” filmiyle
En İyi Ses Tasarımı ve Miksaj İsmail Karadaş “İklimler” filmiyle
En İyi Özel Efekt “Cenneti Beklerken” Uğur Erbaş

Çarşamba, Eylül 20, 2006

"where the wild roses grow"

They call me The Wild Rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day
From the first day I saw her
I knew she was the one
As she stared in my eyes and smiled
For her lips were the colour of the roses
They grew down the river, all bloody and wild
When he knocked on my door and entered the room
My trembling subsided in his sure embrace
He would be my first man, and with a careful hand
He wiped the tears that ran down my face
CHORUS
On the second day I brought her a flower
She was more beautiful than any woman
I'd seen I said, 'Do you know where the wild roses grow
So sweet and scarlet and free?'
On the second day he came with a single rose
Said: 'Will you give me your loss and your sorrow?'
I nodded my head, as I layed on the bed
He said, 'If I show you the roses will you follow?'
CHORUS
On the third day he took me to
the river
He showed me the roses and we kissed
And the last thing I heard was a muttered word
As he stood smiling above me with a rock in his fist
On the last day I took her where the wild roses grow
And she lay on the bank, the wind light as a thief
As I kissed her goodbye, I said, 'All beauty must die'
And lent down and planted a rose between her teeth

Salı, Eylül 19, 2006

Elif Şafak



Çağının en büyük romancılarından biri olan, moderniteyi postmodern kalıplardan farklı eleştirebilen, mütereddüt yolculuğunda ki cesur yazara yapılan saldırılar son derece anlamsızdır. Türk entelijansiyasını Elif Şafak a sahip çıkıp feyz almaya davet ediyorum. Kültürüne ve diğer kültürlere son derece hakim olan yazarın romanları dikkatle incelenirse, Türklüğü aşağılaması ihtimali olmadığı görülür. Işığın doğudan yükseldiğini bilen yazara saygı selam ederim. (tansel)




Peki siz romanınızda gerçekten Türklüğü aşağıladınız mı?

Hayır tam tersine... Aslında ben romanda, Türkler ve Ermeniler arasında belki şimdiye kadar konuşulmamış birçok doğal, gündelik hayattan beslenen köprünün kurulabildiğini düşünüyorum. Açıkçası romanı okuyan hemen herkesten de bu yönde bir bir görüş aldım. Kemal Kerinçsiz ve onun gibi düşünenlerin nasıl roman okuduğunu anlamış değilim. Roman okuma alışkanlıklarının olduğundan da emin değilim. (zaman gazetesi 19.09.06)

Pazartesi, Eylül 18, 2006

babil-istanbul-newyork

Kaldırımla asfaltın arasında bir yerde hissedenlerin takıldığı bir sosyal grupta, yemekten sonra uzatılan bir sigara kadar elzemken, bırakıverdi maviye özlemi...
Hayat siyahsa ve insanlar gri, deniz bir şeyi ima ediyordu sanki. Bir şeyi yansıttığı söylenir ya, göğe dair. Bir sır saklı gibidir. Göğü bilmek isteyene yol gibi durur. Ama bırakıverdi maviyi düşünmeyi. Gri sinir hücrelerinde yayıldı siyahlar.
Ama o asil siyahtan söz etmek doğru değildi, durumunu izah etmek için. Bir anda küreyi kaplayan ve bir yerde huzur ve sükûnla duran hürmüzün nurunu örtmeye, bir bakıma onun parlaklığını ispata şahlanan siyah yeleli siyah toynaklı ahrimanın siyahı...

Babil…… “ doların ve petrolün gölgesinde yinelenen zaman yıkıldı babil tanrısı marduk, ziggurat kulesinden”
(ali çağlar)
Tepelerinde meşaleler yakılı kulelerin, pazarlarında gülümseyen kızların, evinin avlusundaki tulumbaya huzurla bakan yaşlı gözlerin sahibi, eli tesbihli ve o avludan yıllar önce kimbilir kaç kez su çeken ihtiyarın "Babil"i değildi artık buralar.
Kerbela da gene bir hareketlilik vardı bu sabah. Önce yezidin torunları geri döndü sanılan bu adamlar; uzun boylu ve sarışındılar. Hangi boydan oldukları anlaşılamayan değişik tas gibi sarıkları vardı başlarında. Sevgililerin mahremiyetine destursuz giren adamlar. Türbelerin adabından ve de velilerin gazabından bi haberlerdi. Çok düşman gören topraklar bile tanımıyordu böyle usul.
Birden kaldırdı başını Hüseyin dede ve bir çığlık gibi baktı torununa.
- Kapat şu televizyonu da adam gibi dışarıda öl.



İstanbul……… “çınarlı kubbeli mavi bir liman”
( nazım h. R. )
Kapattı televizyonu. Hızlıca dışarı çıktı. Bir sigara yaktı. O nun yanına gitmeliydi. Çok hastaydı ve biraz âşık. Tek bir dertten muzdarip, ömrünün en mühim davasına gidenlerin hissiyatı içerisinde yârinin evinin yoluna revan oldu. Biraz ıslanmıştı ki iskeleye vardı. Vapur az önce kalkmıştı. Motorlardan biri hareket etmek üzereydi. Tekneye çıkarken kulağının dibinde - Beşiktaş diye bağıran kendi yaşlarındaki çocuğa ters bir bakış fırlatıp, içeri girdi.
Sabah kalktığına pişman izlenimi veren yüz kadar ifadeye şöyle bir bakıp, orta üçlünün en arkasında ki iki kişinin, biraz yayılma haklarını kaybetmesine sebep olmasından ötürü oluşan kem gözlerden sakınıp kenara ilişti.
Sevgilisi...
Aklına yalnız o geliyordu. Aslında hastalıklı bir ilişkiyi müjdeleyen davranışlar ve diyologlar sezmiyor değildi. Çünkü hiç kavga etmemişler ve hiç bir konuda seslerini yükseltecek tansiyona çıkmamışlardı. Dört aylık bir ilişki için bu sakinlik normal değildi.
Sevişmeleri de, sohbetleri de bu düzeyde oldukça sakin cereyan ediyordu. Buna rağmen birbirlerine muhtaç bir portre çiziyorlar ve ilişkinin tek tutkulu yanı belki bu arayıp sormaları meraklarıydı. Dört aydır hiç bir dernek toplantısına katılmamıştı. Canını sıkmamak için haberlerden çok dizi ve müzik programı takipçisi olmuştu.
“Bir kadın hayatına girdi ve olması gereken bütün öfkelerini emdi sanki.” diyordu bir arkadaşı. Bu muydu hayatla, siyasetle kavgasının sebebi. Yükselen libidosunun başka bir yolla tatmininden mi ibaretti. Çok kızmıştı arkadaşına. Ama ne zaman bir dostuna aşırı tepki gösterse içten bir ses tepkinin şiddetiyle ters orantılı haksızlığını fısıldıyordu sanki. Korkmuştu bu sesten kurtulmak istedi içindeki muhalif fısıltıdan. Aşığım ve mutluyum, geri kalan boş diyen şairler, şarkılar ona merhem oluyorlardı. Ama o zalim ses "o kadarda aşık değilsin" demeye koyulduğunda daha da sinirleniyor, korkuyordu hem de nasıl .Dava adamı olmak, yalnızlık panzehiriyle sunulduğunda ancak daha az acı verir. Çünkü sevmek birlik ister. Aşk; mumdan bir gemiyle alevden bir denizde yüzmektir. Böyle derler ve onunda aklında onaylanan bunlardı. Birilerinin, bir mefkûrenin ona ihtiyacı varmış gibi hissetmek.Buda mı bir ihtiyaçtı acaba. Bütün psikoloji kitaplarını yakmak istedi.
Motor iskeleye yanaştı. Avrupa topraklarındaydı. Ve öyle nefret etti ki avrupadan, anadolusuna kaçmak istedi. Gitmedi sanki ayakları. Ama doğuya kaçılmaz, gemiler yakılıp küffara kılıç sallanır. Gelenek buydu.
Başında uğruna ölebileceği kurumun "bjk" olduğu yazılı topluluğu fark edip güldü. Kiminle kime karşı savaşacağım.


New york……. “If I can make it there, I'll make it anywhere It's up to you, New York, New York”
(Sinatra)
Gülemedi kendisine "what s up turkey" diyen çocuğa. Hiç bir şeyde yapmadı. Ne çok istemişti amerikaya gelmek. Ne çok sevinmişti üniversitenin kabul mektubunu aldığında. Amsterdam dan kalkan uçak, atlas okyanusunu geçeli on ay olmuştu. İstanbul vapurları sevgilisi geride kalalı .
İhtişamlı okullar, geniş caddeler, sıradan esrar partileri, ucuz benzin ve çok şişman yahut çok zayıf hatunlar. Ve sonra belki en olasılıksız bir ihtimal onun için. Doğulu kompleksiyle aşağılanmaktan korkan sevimli Türk çocuğun İranlı sosyalist kıza aşkı. Müslümanlığını savunmaya kalktığı sevgilisinin karşısında girdiği açmazlar.
Burası amerikaydı. Ne gereği vardı dil tarihin orta bahçesinde aşağıladığı muhabbetlere maruz kalmasına. Ama ülkesini yere göğe sığdıramayan, düşmanı saydığı İslam devrimcilerine bile laf söyletmeyen, zekâsına hayran kaldığı o güzel hatunun ışıl ışıl gözlerinde koca kıta eridi eridi. Sigaraya yeniden başlandı, hediye aldığı "nike" lar ücra yerlere saklandı, amerikan bayraklı t shirtler atıldı. Fars-i gözlerin sihrinde yitip giden, terk edildi bir gün. İşte o gün kendisine hindi diyenlere bile ses çıkaramayan da kök saldı bir şeyler. Gülemedi, ağlayamadı günlerce.
O günlerin birinde, gene yürüyordu böyle ifadesiz yüzüyle. Ana caddenin kenarında, bir banka oturup yaktı sigarasını. Nerden geldiği belli olmayan düşüncelerle boğuşurken geldi aklına. Bir nisan sabahında parıldayan ve belki hayatının en güzel anları olduğunu düşündüğü o İstanbul maviliğini. Denize bakarken ayrılamaz sandığı aşkıyla ne kadar huzurluydu. Gelecek hayalleri, umutlar maviler. Büyük bir patlama duyuldu, dağılıverdi maviler. Her yer griye siyaha çalarken korkmadığını ve yeni bir şeylere başladığını hisseden, bilmiyordu o anda, tanık olduğunun amerikanın ilk canlı bombası olduğunu ve başkanlık konvoyunu vurduğunu.
Ve bir türlü istedikleri gibi "demokratik"leştiremedikleri ülkelerin, çocuklarının başlattığı iç savaşın başlamış olduğunu.


Kerbela'da Hüseyin dede radyosunu kapatırken dua ediyordu yaşlı gözleriyle.
-Allah gazalarını mübarek etsin...

Çarşamba, Eylül 13, 2006

Requiem for the end



Beni hep etkileyen bir aşk hikayesi. Ve jim den 3 sene sonra pam de gider.....
(eşe dosta lazım olur ve sevdiğimiz bir şarkıdır sözleride ekleyelim dedik)
This is the end
Beautiful friendThis is the end
My only friend, the end
Of our elaborate plans, the end
Of everything that stands, the end
No safety or surprise, the end
Ill never look into your eyes...again
Can you picture what will be
So limitless and freeDesperately in need...of some...strangers handIn a...desperate land
Lost in a roman...wilderness of pain
And all the children are insane
All the children are insane
Waiting for the summer rain, yeah
Theres danger on the edge of town
Ride the kings highway, babyWeird scenes inside the gold mine
Ride the highway west, babyRide the snake, ride the snake
To the lake, the ancient lake, baby
The snake is long, seven miles
Ride the snake...hes old, and his skin is coldThe west is the best
The west is the bestGet here, and well do the rest
The blue bus is callin usThe blue bus is callin usDriver, where you taken us
The killer awoke before dawn, he put his boots on
He took a face from the ancient gallery
And he walked on down the hallHe went into the room where his sister lived, and...then hePaid a visit to his brother, and then heHe walked on down the hall, and
And he came to a door...and he looked inside
Cmon baby, take a chance with us
Cmon baby, take a chance with us
Cmon baby, take a chance with us
And meet me at the back of the blue busDoin a blue rock
On a blue busDoin a blue rock
Cmon, yeah
Kill, kill, kill, kill, kill, killThis is the endBeautiful friend
This is the end
My only friend, the endIt hurts to set you free
But youll never follow meThe end of laughter and soft lies
The end of nights we tried to die
This is the end

Cuma, Ağustos 11, 2006

Kahve



Kahve, hayatımın vazgeçilmez lezzeti. Sadece zor da kaldığım zamanlarda katlanabildiğim hazır kahve hariç çoğu türünü sevdiğim muhteşem içecek. Keyfi için emek çekilmesi gerekir tabi. Hadi hemen üretelim tüketelim e gelmez kahvede. Kavrulması, çekilmesi pişirilmesi ve tabi içilmesi hep bir seremonidir benim için. İlla dostlarla daha güzel olur. İlla güzel müzik ister.
Kahveyi çok sevdiklerini söyleyenlerin bütün gün hazır kahve içip durmalarını anlayamam mesala. Veya güzel kahve çeşitlerinin olduğu bir yerde bir Neskafe alabilirmiyim diyenleri. Starbucks veya Gloriajeans e gidip meyve sularına hücum edenleri de. Kahve huysuzluklarım ve önyargılarım bu kadarla bitmiyor. Güzelim kahveye şeker, süt ekleyenler de kara listemde. Mersinde Gİray ve Mügenin evinde içilen arap kahveleri, Konyada Nurinin türk kahveleri, Bebek te şehr-i şahane manzaralı espressolar, Annemin sabah kıyağı kahveleri. Şulenin enfes filtre kahveleri, kahve güzeldir . Hatta kahve enfestir dostlarla , ailemle...

Perşembe, Ağustos 10, 2006

kaç para kaç


Yapım Yılı: 1999
Süre: 100 dk
Oyuncular Taner Birsel -- Selim Zuhal Gencer -- Nihal Bennu Yıldırımlar -- Ayla Ara Güler -- Antikacı Serra Yılmaz -- Parktaki kadın Sevin Okyay -- Müşteri Engin Alkan -- Ahmet
YönetmenReha Erdem
SenaristReha Erdem
YapımcıReha Erdem
MüzikPressure Drop
Görüntü YönetmeniFlorent Herry




Oldukça geç izlediğim bir film. Ama hoşlandım ve size anlatmak ve tavsiye etmek istiyorum. Belki benden başka seyretmeyen kalmamıştır lakin varsa mutlaka seyretsinler. Öve öve bitiremedikleri "dev prodüksüyon" organize işler den çok daha güzel istanbul görüntüleri görebilirsiniz. Oyuncu kadrosu zaten takdire şayan. Kısaca; oyuncular, yönetmen, görüntü yönetmeni,kurgu gayet güzel.

Çarşamba, Ağustos 09, 2006

lazrail response


Yukarıda gördüğünüz sevgili arkadaşım lazrail ve çawruli lakaplı güzel insandır. Bir zamanlar kendisine amerikaya gidemezsin diyen ve "hayal amerika " geyikleri yapan başka bir arkadaşımıza birleşik devletlerden sesleniyor. Bu iş için iki bin dolarlık banknot kullanmıştır . Sevgiler ve selamlar yolluyorum

300.000 insan ölürse belki bir yerler demokratikleşir(amerikan atasözü) !

10 000 metre yükseklikten saat 8.13’te atılan bomba saat 8.15’te Japonya’nın güzel şehri Hiroşima’nın 580 metre üzerinde patladı. İlk anda 70 000 insan buharlaştı. Bir hafta boyunca şehre asit yağdı. İki ay içerisinde radyasyon sebebiyle 70 000 insan daha hayatını kaybetti. 60 000 kişi de beş yıllık süre içerisinde ölünce Hiroşima’nın bilançosu ilk beş yılda 200 000 insanın ölümü, onbinlerce insanın da sakat kalması oldu.
Üç gün sonra (9 Ağustos 1945’te) sıra “Fat Man – Şişman Adam” isimli plütonyum bombasına gelmişti. Bu bomba için hedef Japonya’nın Fukuoka şehri idi. Fakat hava kapalı olduğu için hedef Nagazaki’ye çevrildi. Saatler 11.02’yi gösterirken 21 ton patlayıcının gücüne sahip bomba Nagazaki’yi cehenneme çevirdi. 75 000 kişi anında kavruldu. Bir o kadar kişi de beş yıllık süre içerisinde can verdi.

herman hesse

1877'de Almanya'nın Calw kasabasında doğdu. Eğitim sistemindeki kısıtlamalara ve misyoner babasının baskılarına karşın Maulbronn İlahiyat Okulu'ndan ayrıldı. Bir süre kitapçılık yaptıktan sonra 1904'te serbest yazarlığa başladı.

Birinci Dünya Savaşı'nda tarafsız kalan İsviçre'ye yerleşerek Alman militarizmi ve milliyetçiliğini yeren yazılar yazdı. Savaş tutsakları ve gözaltına alınanlar için bir dergi çıkardı. 1923'te İsviçre uyruğuna geçti.

Savaş ortamının ve kişisel sorunlarının etkisiyle ağır bir bunalım geçiren Hesse, Jung'un öğrencisi Lang'dan psikanaliz tedavisi gördü. Lang ile dostluğu ruhbilime ve Jung'a duyduğu ilgiyi körükleyerek iç dünyasını zenginleştirdi.

1911'de yaptığı Hindistan yolculuğunda Doğu kültüründen etkilendi. Yapıtlarında, kişinin uygarlığın yerleşik kalıplarından kurtularak özbenliğini bulmaya çalışmasını işledi, insanları kendi yaşamlarını kurtarmaya çağırdı ve Doğu gizemciliğini yüceltti.

Hesse, Doğu kültürüne yakınlığıyla, özellikle 1960'larda ABD'de canlanan Budizm ve Zen Budizmi akımları sırasında en çok okunan yazarlar arasına girdi.

Romanları, öyküleri, denemeleri, şiirleri, politik makaleleri ve kültür alanındaki eleştirel yazılarıyla tüm dünyada 100 milyonu aşkın okura ulaşan, 1946'da Nobel Edebiyat Ödülü alan Hesse, 1962'de İsviçre'nin Montagnola kasabasında öldü.

Hermann Hesse'nin en önemli eserlerinden birisi olan 'Bozkırkurdu', toplumun sığ değer yargılarına ve kişiliksiz, yüzeysel yaşamına uyum sağlayamayan bir insanı anlatır.

Bu romanı için, "...okurlarımın çoğu öykünün insanı kemiren bir hastalıktan ve bunalımdan söz ettiğini ama tüm bunların ölüme ve yok olmaya değil, tersine iyileşmeye yönelik olduğunu anlarsa kendimi mutlu hissedeceğim" demişti.

Başlıca yapıtları

'Peter Camenzind' , 'Çarklar Arasında' (Unterm Rad), 'Gertrud', 'Rosshalde', 'İlk Gençlik Yıllarım' (Demian), 'Siddharta', 'Bozkırkurdu' (Der Steppenwolf), 'Narziss ve Goldmund', 'Boncuk Oyunu' (Das Glasperlenspiel

Pazartesi, Temmuz 31, 2006

! tarihe not!

31 temmuz 2006 tarihi itibariyle Lübnan da 500 ü aşkın sivil israil saldırılarında yaşamını yitirdi. Bunların dörtte biri çocuk.

Perşembe, Temmuz 27, 2006

Çarşamba, Temmuz 26, 2006

ilk onsekiz beyit

بشنو اين نى چون حكايت مى‏كند

از جدايى‏ها شكايت مى‏كند


Bişnev in ney çün hikâyet mîküned

Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned



Dinle, bu ney neler hikâyet eder,

ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.

كز نيستان تا مرا ببريده‏اند

در نفيرم مرد و زن ناليده‏اند

Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend

Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend



Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan

erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.

سينه خواهم شرحه شرحه از فراق

تا بگويم شرح درد اشتياق‏

Sîne hâhem şerha şerha ez firâk

Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk



İştiyâk derdini şerhedebilmem için,

ayrılık acılarıyle şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim.



هر كسى كاو دور ماند از اصل خويش

باز جويد روزگار وصل خويش



Herkesî kû dûr mand ez asl-ı hiş

Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş



Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse,

orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.



من به هر جمعيتى نالان شدم

جفت بد حالان و خوش حالان شدم



Men beher cem’iyyetî nâlân şüdem

Cüft-i bedhâlân ü hoşhâlân şüdem



Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. Bedhâl (kötü huylu)

olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım.



هر كسى از ظن خود شد يار من

از درون من نجست اسرار من



Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men

Vez derûn-i men necüst esrâr-i men



Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu.

İçimdeki esrârı araştırmadı.



سر من از ناله‏ى من دور نيست

ليك چشم و گوش را آن نور نيست



Sırr-ı men ez nâle-i men dûr nist

Lîk çeşm-i gûşrâ an nûr nîst



Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu

görecek nûr, her kulakda onu işitecek kudret yoktur.



تن ز جان و جان ز تن مستور نيست

ليك كس را ديد جان دستور نيست



Ten zi cân ü cân zi ten mestûr nîst

Lîk kes râ dîd-i cân destûr nîst



Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir.

Lâkin herkesin rûhu görmesine ruhsat yoktur.



آتش است اين بانگ ناى و نيست باد

هر كه اين آتش ندارد نيست باد



Âteşest în bang-i nây ü nîst bâd

Her ki în âteş nedâred nîst bâd



Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir.

Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun.



آتش عشق است كاندر نى فتاد

جوشش عشق است كاندر مى‏فتاد



Âteş-i ıskest ke’nder ney fütâd

Cûşiş-i ışkest ke’nder mey fütâd



Neydeki âteş ile meydeki kabarış,

hep aşk eseridir.



نى حريف هر كه از يارى بريد

پرده‏هايش پرده‏هاى ما دريد



Ney harîf-i herki ez yârî bürîd

Perdehâyeş perdehây-i mâ dirîd



Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri,

bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi -yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır.



همچو نى زهرى و ترياقى كه ديد

همچو نى دمساز و مشتاقى كه ديد



Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd

Hem çü ney dem sâz ü müştâkî ki dîd



Ney gibi hem zehir, hem panzehir;

hem demsâz, hem müştâk bir şeyi kim görmüştür



نى حديث راه پر خون مى‏كند

قصه‏هاى عشق مجنون مى‏كند



Ney hadîs-i râh-i pür mîküned

Kıssahây-i ışk-ı mecnûn mîküned



Ney, kanlı bir yoldan bahseder,

Mecnûnâne aşkları hikâye eder.

محرم اين هوش جز بى‏هوش نيست

مر زبان را مشترى جز گوش نيست‏

Mahrem-î în hûş cüz bîhûş nist

Mer zebânrâ müşterî cüz gûş nîst



Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, mâneviyâtı idrâk

etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur



در غم ما روزها بى‏گاه شد

روزها با سوزها همراه شد



Der gam-î mâ rûzhâ bîgâh şüd

Rûzhâ bâ sûzhâ hemrâh şüd



Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyyetten ve

ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu –yânî, ateşlerle, yanmalarla geçti - .



روزها گر رفت گو رو باك نيست

تو بمان اى آن كه چون تو پاك نيست

Rûzhâ ger reft gû rev bâk nîst

Tû bimân ey ânki çün tû pâk nist



Günler geçip gittiyse varsın geçsin.

Ey pâk ve mübârek olan insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!..



هر كه جز ماهى ز آبش سير شد

هر كه بى‏روزى است روزش دير شد



Herki cüz mâhî zi âbeş sîr şüd

Herki bîrûzîst rûzeş dîr şüd



Balıktan başkası onun suyuna kandı.

Nasibsiz olanın da rızkı gecikti.



درنيابد حال پخته هيچ خام

پس سخن كوتاه بايد و السلام



Der neyâbed hâl-i puhte hîç hâm

Pes sühan kûtâh bâyed vesselâm



Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar.

O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.

Perşembe, Temmuz 20, 2006

hey you

Hey you, out there in the cold
Getting lonely, getting old
Can you feel me?
Hey you, standing in the aisles
With itchy feet and fading smiles
Can you feel me?
Hey you, dont help them to bury the light
Dont give in without a fight.

Hey you, out there on your own
Sitting naked by the phone
Would you touch me?
Hey you, with you ear against the wall
Waiting for someone to call out
Would you touch me?
Hey you, would you help me to carry the stone?
Open your heart, Im coming home.

But it was only fantasy.
The wall was too high,
As you can see.
No matter how he tried,
He could not break free.
And the worms ate into his brain.

Hey you, standing in the road
Always doing what youre told,
Can you help me?
Hey you, out there beyond the wall,
Breaking bottles in the hall,
Can you help me?
Hey you, dont tell me theres no hope at all
Together we stand, divided we fall.

[click of tv being turned on]
Well, only got an hour of daylight left. better get started
Isnt it unsafe to travel at night?
Itll be a lot less safe to stay here. youre fathers gunna pick up our trail before long
Can loca ride?
Yeah, I can ride... magaret, time to go! maigret, thank you for everything
Goodbye chenga
Goodbye miss ...
Ill be back

Cuma, Temmuz 14, 2006

Ayakkabı bağcıkları maviydi



Ayakkabı bağcıkları maviydi
Ormanın sesini dinlemek gibi bir şey, alışık olmayanların daha önce tanımadıkları bir apartman dairesinde gece uyuyamadıkların da duyduğu seslerden ürpermesi. Asansör; o anda yüzlerce çağrışım yapıp sizi ürkütebilir veya tuvalete kalkan birinin sifon sesi bir kat aşağısında çok garip bir şekil de algılanabilir. Bilmediğin bir mekân sana basit şeyleri karmaşık ve gizemliymişçesine gösterebilir. Apartman örneği benim yaşadığım bir paranoya olup başkalarına komik gelebilirken, orman da duyduğunuz seslerin sizi ürkütmesi de beni yâda oradaki canlılara inanın komik gelmekte. Bir orman adamı olmamakla beraber tabiatın korkunç olmadığını bilecek kadar savaş haberi ve insan izledim.
Gerçekten temiz kalpli olduğumu söyleyebilirim sanırım, aslında bu kimyasal bir olay yani reklamlardan öğrendim-önce aşırı ısıtıp sonra da soğuttuğunuzda...- yani pastörize bir kalbe sahip olduğunuzda gerçekten temiz ve hijyenik duygulara ulaştığınızı sanırım söyleyebilirsiniz.
İnancıyla çelişen bir iş yaptıklarında insanların yüzünde oluşan ifadeyle oturduğum barın kapısından girdi. Beş altı santim rakımlı dalgalı uzun saçları ve deniz gözleriyle çekmesi gerektiği kadar ilgiyi çekerek bir yere oturdu. Oldukça temiz ve nötr duygularla dayanabildiğim kadar dayandıktan sonra (tahmini 8 saniye ) ona baktım. Bir anlık ruh pencerelerinin açıklığından doğan hava akımı ile ürperip başımı çevirdim. Sigaramın yeni nefesini her zamankinden daha sert çekip bu anlık etkilenişimi oksijen almaya gelen akyuvarlarımla paylaştıktan sonra sigaramı söndürdüm. Oldukça tedirgin haliyle garsona bir şeyler söyledi, garson da benim yanıma gelip:
—seninle konuşmak istiyormuş. Cümlesini öyle basit kurdu ki bende hemen salak yüz ifademle:
—ne! Niye ki leri yapıştırdım. Silkinen bir omuzla cevabımı aldıktan sonra tekrar o hava akımının olduğu yöne çevirdim gözlerimi ama hat kapalı olup bakışlar oldukça ufuktaydı. Yavaş hareket ediyormuş gibi görünmek isteyenlerin seriliği ve sakarlığıyla tabureme pardon deyip masasına gittim ve oturdum. Koluma dökülen şarabı silermiş gibi yapıp ve umursamaz tavırlarla selam ve niye benle konuşmak istediğini belirten söz öbeklerini yolladım.

.- Bugün ki derste önümde oturuyordunuz bu kitabı unuttunuz benim de oldukça merak ettiğim bir kitaptı aslında çarpmayı düşünmüştüm lakin sizi burada görünce vermek istedim en azından okumak için izin isteyeyim, dedi
Kahretsin, başka ne diye beni çağırsın ki yanına...
— AA evet sahiden unutmuşum çok teşekkürler tabi ki okuyabilirsiniz
En azından kitap alışverişinde tekrar görüşmek umudu, tetikte bekleyen depresifliği teskin etmeye çalışırken sordu:
—beraber bir şeyler içebiliriz en azından ben içeceğim?
—tabi ki dedim. Kolumdaki lekeyi göstererek ben zaten içmeye çalışıyordum. Yüzünde yalnızca küçük bir tebessüm belirdi, beynimde büyük bir kasılma.
Kitaba baktım (gariplerin kitabı-ıan Dallas) sonrada ona :
—niçin okumak istiyorsunuz bu kitabı?
—sevdiğim bir arkadaşım tavsiye etmişti. Aslında mistik şeylerle pek ilgilenmem
—ya daha çok neyle ilgilenirsiniz? Dedim, gene tanımadığım biriyle uçsus bucaksız konulara girmek üzere olduğumu fark ederek bir sigara yaktım.
—ben dedi aslında fazla bir şeyle ilgilenmem anarşist diyordum bir ara kendime ama o tiplerlerde fazla uyuşamıyoruz belki şimdilik sadece savaşlardan hoşlanmayan biri diyebilirsin.
Hafifçe güldüm son cümlesine, aslında böyle ukala triplere giren bir insan olmamakla beraber nedense tutamamıştım kendimi.
—ne oldu? Diye sordu.
— sende her şeyi aşmış ağabeylerden misin?
-yo hayır diye toparladım ve işin sarpa saracağını anlayıp savaş gerçekten çok kötü bir şeydir katılıyorum, sadece bu 68 tripleri duymak beni hep eğlendirmiştir.Güldüm.O daha da ciddileşerek nasıl yani bakışını fırlatınca yüzümde asılı kalan tebessüme rağmen eğlendirir kelimesinin yanlış zamanda ve yerde yanlış insana sarf ettiğimi fark edip
—yanlış anlamayın yani ne bileyim...
—neyse sorun değil ben zaten sizi anlayabileceğimi pek sanmıyorum zaten kimsenin kafasını içini tam manada göremezsin. Dedi
oh dedim kendi kendime patavatsızların üzerine gitmeyen bir kişlik ,içimden teşekkür edip sustum bu sefer daha saygılı ve mahcup bir tebessümle.
İnsan(male&female) ilişkileri konusunda rahat olmama rağmen söz konusu bir "hatun " kişiyse ve duygularımı tartmam kalp atışlarımı hissetmem söz konusu ise her zaman beceriksiz ve çekingen olmuşumdur. O andaki duygularımı bilemeden ona bakıp kaldım.
—artık gitmeliyim dedi
—tamam dedim
—kitabını gene aynı derste getiririm veya buraya bırakırım
—sorun değil dedim
Ayağa kalktı elini uzattı ben de uzattım güldü tamam o zaman sonra görüşürüz dedi.
—tabi dedim. Hayatımda ilk defa birine hemen ona onu sevdiğimi söyleyecek oldum gene olmadı mantık hayır diyordu ilk görüşte aşk yoktur! Ama diyordum kendime şimdi var. Elini çekti çantasını aldı
—şey dedim neyse görüşürüz...
Bir "pencere önü çiçeği" olarak elimde bir leman evimde içerken televizyonda gördüm israile karşı yapılan gösteride ortalık karışmış, panzerin ezdiği bir kız yerde yatıyordu. Başına gazete örtülmüş uzun bacaklı kızın ayakkabı bağcıkları maviydi ve yerde uçuşan kitap gariplerin kitabıydı garip...

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

Yıldızlar...

Yıldızlar ,dikkatli bakılmadığı taktirde fark edilmiyor. Kaldırım da yanından geçip giden kalabalık bazen seni yola inmeye zorluyor;ve objektifinde belirginleşen ruh pencerelerinin ardından, flulaşan cesetler. Sonra fonda gri, kırmızı ve de sarı şehir manzarası .Hepsi bundan ibaret değil...Birazdan selam verilecek beynin emriyle, daha önce konuşup gördüğün birine ve belki tekrarlanacak aynı anlamsız replik. Kaldırımlar giderek tenhalaşıyor yıldızlar hala yeterince yok çünkü o kadar da uzakta değilsin “flu detay” manzarandan .Yıldızlar o kadar önemlimi anlamak zorunda da değilsin ,bunun belirleyici detaylardan olduğunu hissetsen bile .Cadde neredeyse boş artık hala parıltı yok gökyüzünde çünkü sen terk etmedin kenti zaman aldı götürdü siluetleri, sen hala niye orda olduğunu izah et şimdi. Yanın da konuşan sinir hücrelerinin bayağı aşina olduğu şahıs ne anlatıyor niye arada girip sorular,yorumlar ekliyorsun; patlamak üzere olan gitar tonları “volume” kısılıp duruyor .Konuşma henüz aralandı hiç ses yok caddede aniden irkildin işte ,elektro manyetik dalgalara dönüşmüş çatlak müezzin sesinden .
Sabah ,olduğunda oradaysan anlamlı. İşte alacakaranlık içinde renkler belirmeye başladı, senin rengin ne dostum?Birkaç canlı çıktı sokağa; köpekler ve biz hariç, evvel gece ki gözlere benzerler. İçine bakamıyorsun değil mi,sanki oradan sana bir şeyler akıyor; sıkıştırılmış paketler içinde sayfalar dolusu hikayeler, nasıl hissettiklerini anlayamazsın tahmin edebilirsin ancak. Yakıncaya kadar vardı sigara, niye şimdi bitirme çabası ?Kaçırıyor muyum bir şeyleri
Hep geç yada erken miyim zamanda. Kafan daha fazla bulanmamalı, kaos daha iyi veya kötüyü görmene izin vermez ,ne kadar boş vermiş görünsen de sevemedin bunu hissedebiliyorum.
Güneş daha da yükseldi ,yarim kalacagini bildiğin bir gülümseme belirdi kalbinde sabahın o hiyerarşisinde daha mi güvendesin? Yoksa maskeli balonun kalabalığı uyuşturuyor mu zihnini sen ne kadarda unutturduğunu düşünsen de. Artik her şey bahar, huzur içinde uyuyacaksın git ve yat.

Telefon neden böyle bir saatte çalar ki ?
-alo
-evet
-hala uyuyor musun olum?
-yok abi kalktım
-çıkacan mı
-bilmem şey ben seni arasam
-sen aramazsın
-saat kaç
-iki felan
-hadi yaa ben üç gibi gelirim yanınıza
-tamam da biz neredeyiz
-nası yani
-tamam bişey yok çikinca ara
-eyvallah
Niye şimdi geleceğim dedin sanki .Biraz daha uyku, uyumanın salakça olduğunu düşünen birisi için çok mu ayıp?Böyle zamanlarda sanki tekrarlanıp duran bir provadayım ;su içilecek,uyku açacagina inandigin “siki” bir parça dinlenilecek ,sigara evet varsa tabi ki içilecek....Şimdiden geç kalindi birazdan çalacak telefonun sesine tetikte kulaklarim. Kapamali şunu beş dakika .Niye bu kadar tedirgin eder bilemessin, hadi kapa hayati da herneyse bu daha basit hepsi bu .Tek şarkiydi neyse şu da bitsin çikacagim.
Dün oturduğum bankta gülen ,bir şeyler içen ve etrafını kesen insanlar var. Kız geçerken çocuk nasıl da değiştirdi muhabbeti,umurunda değil aslında ikisinin de, oynadılar rollerini belki farketmeden fakat en ayrıntı mimiğe kadar. Bu insanlar bana tuhaf bakıyorlar ya da her zaman ki gibi bana öyle geliyor paranoyak olup olmadığım konusunda kimsenin bir tezi yok henüz yalnız kafam da bunun hakkında küçük soruşturmalar açılıyor ve takipsizlik kararları.
Vitrinde gördüğüm yansıma saçlarımın istediğim şekilde olmadığını gösteriyor ki bu hiçbir zaman da olmadı .Gene başlıyoruz ,yanılsamalar; ne, nereye kadar nasıl yani ?Uff ...
Evet tahmin ettiğim gibi buradalar .Galiba cafenin sahibine söz verdik buraya devamlı takılmak için .Yanın da ki kızı bir yerden hatırlayacağım ,evet sinemadaki kız .
-selam naber
-iyidir
-arkadaşi taniyorsun heralde
-geçen hafta sinemada gene tanıştırmıştın
-tamam tamam neyse ben birini alacağım burayı bilmiyor siz takılın
-eyvallah
-görüşmeyeli nasilsin ?
-iyidir ya sen
-işte her zaman ki gibi
-her zaman nasıl olursun?
Galiba sıkılmaya başladım anlamsız sorular ve yanıtlar genel de rahatımdır insanların yanın da niye bugün gerginim hatunla alakalı olabilir mi acaba?Yok canım ne alakası olabilir ne düşünebilirim ki hakkında tanımıyorum ,diğer taraftan güzel bir kız sayılır. Her zaman nasılım acaba haklı aslında niye her zaman ki gibi oluyum ve her zaman ki denilen şey ne?
-şey idare ediyorum iyi olmam yahut olmamam için pek bir sebep yok aslinda
-biraz kötüsün galiba
-boşver daha burada misin
-evet bir hafta kadar daha annemin işleri varmiş
-güzel görüşürüz gene
-genelde buradasınız herhalde beni de buraya getiriyorlar sürekli
Artık gelse şu arkadaş. Sessizlik sonra gene sıradan konulara dalınacak biliyorum .Sonra ben bir bahaneyle kalksam gitsem ,sonra dolaşsam arka sokaklarda kimseye görünmeden ,girsem hiç girmediğim bir çay ocağına ,başka bir adam daha girse ardımdan .Adamın yabancı olduğunu öğrensem onunda ilk kez geldiğini buraya,ocakta duran adam baksa bize garipçe sonra ne biliyim ben ,adam anlatsa hikayesini 80 öncesi okulu bırakmak zorunda kaldığını ve devam etse sessizce küfürlerine halinin sebeplerine,katılsam adama sanki yaşamışım gibi hayatını, anlamsızca.
-konuşmaz misin fazla?
-yok hayır ondan değil dün fazla uyumadım da. Sana bir şey sorabilir miyim ?
-tabi ki
-benimle gelir misin?
-nereye ?
-bu soruyu sormayan birini bulur muyum dersin
-anlayamadım
-ben biraz sonra herhangi bir orta doğu ülkesinde ki işçi servisinde olacağım beni yoldan alacaklar birkaç kilometre yolculuk yapacağız ,otobüste kokudan daha fazla dikkat çekmeyen müzik,gözler ne camın arkasında nede yansımada olacak. Sonra birden kaybolacağım oradan kimse farketmeden. Bir hastane de bekleme salonun dan izleyeceğim gün doğumunu, tüm bedenim duayla dolmuşken. Aniden gelen ambulans ,irkileceğim kalabalık ,korku,göz yaşı ve de pişmanlık öncesi yüz ifadeleri öyle bakıp geçecekler .Birkaç güzel söz umuda dair ertelenmiş son nefeslere şükürler edeceğim .Sonra bir film çıkışın da kahve mi ve sigaramı içerken konuşmadan bakarken gözlerine dışarıda ki kavgayı fark etmeyeceksin bile .....
-çok etkileyici
-hayır değil
Artık şehrin dışındayım her şey arkam da kaldı yolun kenarında ki dikenin yanında oturup gökyüzüne baktığımda yıldızlar ne kadar da güzel .