Pazar, Haziran 06, 2010

Mert Fırat Röportajı


Tansel Akdan`ın Mert Fırat ile röportajıdır:
mert fırat haber34

Tansel Akdan: Seninle ilgili ilk hatırladığım şey; sen bir evde maç izliyorsun, ben içeri giriyorum, merhaba kardeş bir saniye diyor, elimi tutup kalbine götürüyorsun ve gümbürtüsünü dinletiyorsun. Tabi ben dumurum, bu adam ne yapıyor diye? Gerçekten çok hızlı ve güçlü çarpıyordu yalnız. Hala maç izliyor musun?

Mert Fırat: (gülüyor) İzliyorum, izlemiyorum desem yalan olur, hala izliyorum.

T.A: Hangi takımı tutuyorsun?

M.F: Fenerbahçeliyim hala. (gülüyor)

T.A: O maç sanırım milli maçlardan biriydi?

M.F: O maç Brezilya maçıydı. 98 dünya kupasıydı. Bir yaz günüydü, sen öyle uğramıştın biz oturuyorduk.

T.A: Vay süper hafıza!

Testosteron Kapalı Gişe

T.A: Testosteron devam edecek mi gelecek sezon?

M.A: Testosteron devam edecek. Bu seneki seyircimiz baya iyiydi. Aldığımız tepkiler gayet iyiydi. Biletlerimiz hep bir iki hafta önceden tükendi. O yüzden seneye de devam ettirelim istiyoruz. Seyirci de çok istiyor epey talep var.

T.A: Evet ne zaman baksam doluydu.

M.A: Evet, şöyle bir şey gelişiyor, o iyi bir şey aslında... Hani millet erken bilet almayı öğreniyor. Eskiden tiyatroya mı gidelim diye plan yaparsın, gidersin bilet vardır, girersin seyredersin. Şimdi insanlar haftalar öncesinden bazen aylar öncesinden tiyatro bileti alıyorlar. Bu iyi bir şey aslında. Bunun bir ihtiyaç olduğu açığa çıkıyor. İnsanlar, tamam ya buna ihtiyacım var ve aslında hayatımı bu kültürel aktiviteye göre planlamam gerekir diyor. Sergide olduğu gibi. Örneğin şu şu tarihlerde sergi vardır, dolayısıyla sen işlerini o tarihe göre ayarlayıp gitmek zorundasın. Belirli bir kesimi buna alıştırması, tiyatroyu hayatlarında bir yere koymalarını sağlamak önemli aslında. Oyun Atölyesi bunu başarıyor aslında o açıdan da çok değerli.

T.A: Oyun Atölyesi dışında başka tiyatro gruplarıyla görüşmen, planların var mı? Buna özel, şehir ve Devlet tiyatroları da dâhil.

M.F: Şehir Tiyatroları`nda bir kaç oyun için çeşitli yönetmenlerle görüştüm ama hani Oyun Atölyesi`nde 4 yıldır çalışıyorum ve aslında ben orada başladım profesyonel olarak tiyatro yapmaya. Ondan önce Devlet Tiyatrosu`nda yaptım ama o zaman öğrenciydim. Eee dizilerden dolayı şu aralar çok vaktim olmuyor ama ben tiyatroyu Oyun Atölyesi`nde yapıyorum. Bunun dışında tiyatroya zaten vakit yok. Haftanın dört günü Oyun Atölyesi`nde oynuyorum. Onun dışındaki tekliflere pek vakit ayıramıyorum. Oyun Atölyesi`nde başlamış olmak ve orada çalışmak da beni çok mutlu ediyor zaten.

T.A: Yurt dışı eğitim serüvenin olmuştu ondan bahseder misin biraz.

M.F: 2005 yılında İtalya`ya gittim sonra oradan da Amerika’ya gitmek istiyordum aynı yıl içinde, Eric Morris`e gitmek istiyordum. 45 gün Eric Morris ile çalıştım. Birçok oyuncunun çalıştığı bir yer burası. Jack Nicholson, Alec Baldwin gibi oyuncuların beraber çalıştığı bir aktör koçu. Benim için çok güzel bir tecrübe oldu. Normalde kabul etmesi de zor bir adam. Ama keyifli oldu.

T.A: Tekrar gitmeyi düşünüyor musun?

M.F: Evet isterim tabi ama her zaman ders vermiyor artık sanırım.

T.A: Oyunculuk zaten sürekli ders alınacak, bir şeyler öğrenilebilecek bir mecra değil mi?

M.F: Evet evet...
MERT FIRAT HABER34

Oyuncuda ben oldum durumu,  aklını yitirme aşaması

T.A: Ben oldum, bundan sonra oynadıkça tecrübelenirim denilebilecek bir şey değil yani?
M.F: Yok. O oyuncunun aklını yitirdiği yer galiba (gülüyoruz) ‘Ben Oldum’ durumu, sanatın hiç bir dalında yok bence. Resimde, sinemada... Devir sürekli değişiyor, her şey değişiyor. Her zaman her şeyin gerisinde kalabilme durumun var, takip etmediğin sürece. Sınır yok ki. Neye göre iyiyiz ki? Neye göre başarı.

T.A: Başka Dilde Aşk`ın izleyici rakamları, gişesi nasıldı?

M.F: Başka Dilde Aşk`ın gişesi beklediğimizden iyiydi aslında. 100 bin civarı bekliyorduk fakat Başka Dilde Aşk 140 bin yaptı. Birçok dağıtımcı ve yapımcı, ilk filmi çekmeyi düşündüğümüzde bu film on binden fazla yapmaz dediler. Ya İşte engelli çocuk, çağrı merkezinde çalışan kız... zor dediler yani. Kimse seyretmez bunu falan dediler. Biz de dedik ki, hayır! Sonuçta temelinde aşk var, önemli bir hikâye, böyle düşünmüyoruz dedik. Galiba biz haklı çıktık. (gülüyor)

Yeni filmin konusu: Ensest  !

T.A: Yeni bir film projesi var mı?

M.F: Var evet.

T.A: Anlatabilir misin?

M.F: Ensest. Atlı Karınca isimli bir hikâye. Bir ailenin içinde geçen bir hikâye.

T.A: Mert Fırat bu sefer kötü adam mı?

M.F: Evet bu sefer kötü adamım (gülüyor).

T.A: Magazin "gümbürtülerinden" sıkılıyor musun?

M.F: Benimle çok uğraşmıyorlar, çok şükür. Bunun biraz da bu işlere çanak tutmakla ilgisi var. Gerçekten benimle uğraşmıyorlar, o yüzden rahatım.

T.A: Seni ilk tanıdığım zamanlar dışarı çıkmayı, eğlenmeyi seven bir adamdın. Bu aralar nasılsın, çok çıkıyor musun?

M.F: Hiç çıkmıyorum, gerçekten hiç çıkmıyorum.

T.A: Hiç mi?

Haftanın yedi günü çalışıyorum hangi ara dışarı çıkayım ?

M.F: İki ayda bir ancak diyebilirim. Bir de yaptığımız iş bunu kaldırmıyor ki. Dur ya uyumayım da bugün sete öyle gideyim falan gibi bir şey yok. Uykuna dikkat edeceksin, yemene içmene dikkat edeceksin. Öyle alkol, uyuşturucu bunları yapamazsın. Çünkü o sahnede hemen fark ettirir kendisini. Önce kendin fark edersin. Kafan saçmalamaya başlar, o büyük bir risk bir oyuncu için. Mesleğine duyduğun saygıdan yapmaman gerekir. Haftanın yedi günü çalışıyorum abi, ne ara içeceğim? (gülüyoruz)

T.A: Yeni filmin (Atlı Karınca) yönetmeni, senaryosu, yapımcısı kimler?

M.F: Şirketi gene biz olacağız. Yine İlksen Başarır yönetiyor. Senaryoyu da gene birlikte yazdık.

T.A: Bu filme de aynı tepkileri aldınız mı, bu film tutmaz şeklinde?

M.F: Tabi canım (gülüyor). Bunda hiç gişe kaygısı yok. Yapılmayan bir konu. Üstü sürekli örtülüyor. Biz yapalım istiyoruz. Çünkü üstünü örtmek, tacizi yapanlara davetiye çıkarmak oluyor. Bu tabu adamı cesaretlendiren bir şey. Halkın tepkisini görenler belki daha çok sakınırlar. Üstü kapatılan şey, konuşulmayan şey daima cazipleşiyor. Bu tehlikeli bir şey.


T.A: Kültür Bakanlığı destek olacak mı?

M.F: Görüştük onlarla sanırım destek olacaklar.

T.A: Eşcinsellere hastalıklı diyen bir yapı var hükümette, biraz zor olmaz mı böyle konulara destek vermeleri?

M.F: Yani, böyle noktalarda desteklemezlerse hiç bir zaman hiçbir şeyi aşamayacaklar. Yani öbür türlü riyakâr oluyorsun aynen dediğin gibi. Açılım diyip sonra eşcinsellere hasta deyince, o zaman onlar da Express Dergisi`nin arkasına hastasıyız diye ilan yazıyorlar (gülüyoruz)

T.A: Siyasetle ilgin hangi aşamada?

M.F: Eski Halkevliyim zaten biliyorsun. Şimdi Sine-Sen`e üyeyim. Halk Evi`ne hala üyeyim. Eylemleri takip ederim ne olup ne bitiyor diye.

T.A: Ünlü olduktan sonra 1 Mayısa fotoğraf çektirmeye gidenlerden değilsin yani?

M.F: (gülüyor) Ben dil tarihliyim (Ankara DTCF) zaten. Orada baya çatışmanın içindeydim. Orta bahçede kapışmış, kavga etmiş ve gözaltına alınmış biri olarak... (gülüyoruz)

T.A: Televizyonun getirdiği üne alıştın mı? Rahatsızlık süreci yaşadın mı?

M.F: Rahatsızlık değil de, nasıl tepki vermeliyim biraz garip oluyor. Çünkü insanlar geliyorlar yanına, konuşuyorlar, fotoğraf çektirmek istiyorlar vesaire. Şimdi ona nasıl tepki vereceğini çözmen gerekiyor. Yani böyle, aktör aktör olursan onlar daha da heyecanlanıyorlar. Sen daha değerli oluyorsun onların gözünde. Ama merhaba nasılsınız diye gayet samimi, sokakta teyzeni görmüşsün gibi davranınca, onlar da rahatlıyorlar ve aman bu adam da bir şey değilmiş oluyorlar (gülüyor) Ben işte bu ikinciyi tercih ediyorum.

Bir oyuncu, acaba basında adımız çıksamı diye aradı

T.A: Sen magazine çanak tutmuyorsun ama salık verenler, bu konuda teşvik edenler oluyor mu?

M.F: Sürekli magazincilerden dem vuranlar var tabi. Neler neler oluyor... Çok acayip bir şey söyleyeyim:

-Kızın biri aradı, oyuncu üstelik tanırsın da. Acaba şöyle takılsak mı? Basında adımız çıksa mı? Yani epey faydası olabilir falan dedi. Dedim Allah korusun, sakın öyle bir şey yapma. Sonra bir daha da aramadı zaten. Öyle bir düzen var demek ki…

T.A: Demek ki... Reklamlarda oynamak içini acıtıyor mu?

M.F: Yok. Benim için bir para kaynağı. Bir yerden bir para gelecekse bu reklam da olabilir. Zaten bu bir ideolojik bakış açısı ise tiyatro dışında hiç bir şey yapmaman lazım. Diziler de aynı şey. Reklamla televizyonun, dizinin bir farkı yok ki. İdeolojik bir meselesi olan dizi çekiyorsan da bir farkı yok. Sisteme hizmet ediyorsun sonuçta! Galiba bunun içine doğru biçimde yerleşmekte olay. Bunu bir güç olarak kullanmak, kimi zaman bir şeydir. Hani kimi zamanda bunu sallamayıp, aman ben parama bakarım, kimse hakkında bir şey söylemem, hiç bir siyasi görüşüm olmaz, ben böyle giderim gibi bir anlayış da olabilir. Şimdi ben istediğim gibi siyasi açıklamalar yapabiliyorum. Her mesele hakkında fikrimi beyan edebiliyorum. Buna rağmen Maximum Kart`ın reklamında oynayabiliyorum. Bu benim için iyi bir şey. Bu beni o markanın kitlesi ile tanıştırıyor, o popüler kitle ile. Bu kitle benim verdiğim röportajı da okuyor. Yani ideolojik olarak da onlarla bir şey paylaşmak istiyorsam, reklam vesile olabiliyor. Kimi zaman da, ben reklamda oynamam tavrı takınanlar, ayrı bir jargon, ayrı bir gösterişin ürünü gibi oluyor. O zaman televizyona da çıkma, dizide de oynama. Popüler kültürün hiç bir şeyini yapmamam gerekir. Popüler kültürün kodlarını taşıyan hiç bir şeyin farkı yok.


T.A: Tiyatro`da durum nasıl sence, Oradaki düzey ya da popüler kültür izleri?

M.F: Tiyatro çok hassas bir mesele tabi. Her izlediğin şeyin tiyatro olması ve onun olumlanması gerekmiyor zaten. Onun da bir standardı var mutlaka. Bunu Türkiye`de seyirci belirliyor. Gerçekten bu iyi bir şey. Seyirci beğenmediği oyuna gitmiyor. Televizyonda reyting cihazı ile belki bir şeyleri değiştirirsin. Para verirsin, reyting cihazını açık tutarlar gibi şeyler söylenir her zaman ama tiyatroda yapamazsın. Üstüne para versen gelmez seyirci. Dolayısıyla seyirci iyi bir göstergedir. Ödenekli tiyatrolar için söylemeyeceğim bunu, Devlet Tiyatrosu, Şehir Tiyatrosu gibi, çünkü zaten 4 liraya bilet satıyorlar. Orada bir gösterge olmayabilir. Ama özel tiyatrolara baktığında çok acayip, yani nasıl doluyor diye düşünüyorsun bazen. Mesela bizim oyun doluyor (Testosteron). Bu bir kültür bence. Oyun Atölyesi burada bir kültürü temsil ediyor. Bir hayat inşa ediyor. Dolayısıyla kendi seyircisini yaratmış oluyor ve onun beklentisini hiç bir zaman kırmıyor. Her zaman yeni oyun yapıyor, yaptığı oyunda tutarlı oluyor. Bu da seyirciyi oluşturan şey aslında.

T.A: Tiyatroya gidebiliyor musun, Farklı tiyatro ve oyunlara?

M.F: Gidiyorum evet, takip ediyorum.

T.A: Eleştiri okur musun? Sinema ve tiyatro eleştirilerini kastediyorum. Çok etkiler mi seni?

M.F: Okurum evet. Eleştiri sübjektif bir şey, benim için değeri var mutlaka ama belli bir yerde duruyor. Eleştiriyi çok değerli buluyorum ama onu da seçmek gerektiğini düşünüyorum. Kişisel eleştiri ya da oynadığım karakter ve mesleğimle ilgili eleştiri, bunların hepsi değiştiriyor tabi.

T.A: Oynayacağın rol, karakter senin için önemli mi?

M.F: Bir faşisti oynarım mesela. Ama faşistin o hikâyenin içinde bir şeye hizmet etmesi lazım. Ama faşizmi övüyorsa oynamam. Yani faşist bir yönetmenin çekeceği filmde de oynamam galiba.

T.A: Galiba?

M.F:(gülüyor) Niyet kötü olmamalı, bir meselesi, bir derdi olması lazım filmin.

T.A: TMC Erol Avcı ile mutlu musun?

M.F: Erol Avcı ile çalışmaktan çok memnunum. TMC ile üçüncü yıl, şimdi dördüncü sezona giriyoruz. Çalışanın yanında olan bir adam, oyuncusunun yanında. Teknik ekibine en az oyuncusuna değer verdiği kadar değer veriyor. Çok önemli o anlamda, kayırıyor yani ekibini. Çok önemli bir şey bence. Öyle kolay kolay yapımcı bulamıyorsunuz. İnsan gibi bir insan. Dizinin başarısından ziyade ekibin mutluluğuna önem veren bir adam. Yetmiş kişiyi bir kişinin kaprisi için mutsuz etmiyor.

T.A: Dizilerdeki çalışma şartları çok eleştirilen, konuşulan bir konu. Bu konuda ne düşünüyorsun?

M.F: Kendim de kamera arkasından geldiğim ve orada da çalıştığım için biliyorum meseleleri. Kendimiz de film çekiyoruz. Işıkçının, rejinin derdini biliyorum, anlayabiliyorum. Kişisel ilişkilerim de hep iyidir set arkadaşlarımla. Diğer yandan Sevilay var, bu Yeni Sinemacılar, Ayşe gene bizim koordinatörümüz, onlar da eski örgütlüler. Yani dolayısıyla TMC`nin içindeki o yönetici kadrosu zaten bilinçli bir kadro. Bu da bizim avantajımız oluyor. İnsani şartlarda çalışıyoruz. Ama sektörde sendikalaşma çok önemli. Bu herkes için geçerli. Sendikalaşınca, kalifiye eleman geliyor, çalışma şartları düzeliyor. Bir adamı mesela on dört saat çalıştıramıyorsun. On dört saat anormal bir durum. 14, 15, 16 saat çalışanlar var, bunlar gerçekten çok anormal durumlar. Böyle olunca artık yapalım da bitsin durumları başlıyor ve kalite çok düşüyor.

120 dakika dizi çok zor, olmuyor işte

T.A: Hep aramızda konuştuğumuz bir konudur, Bayılarak izlediğimiz CNBC-E dizilerinin bazıları gerçekten çok düşük bütçeli, oyuncu dersen zaten çok kaliteli oyuncularımız var. Böyle güzel işler çıksa diye düşünürüz. Böyle hayallerin ya da projelerin var mı?

M.F: Var var hep hayal ediyoruz, elimizden geldiğince de çalışıyoruz ama daha erken. Ben yapımcılık yapmak istemiyorum. Ben oyunculuk yapmak istiyorum. Filmi çektiğimiz bir ortak ekibim var, onlarla da hep konuşuyoruz ama dizi yapmak çok başka bir şey. Ciddi de bir sermayeye ihtiyaç var aslında. Çünkü diziler öyle göründüğü gibi çok para bırakan işler değil. Türkiye`de kanalların öyle hemen paranı yatırdığı şeyler de değil diziler. Yani dizi yapımcısı olabilmek için ciddi bir sermayeye ve tecrübeye ihtiyacın var. En azından bizim diziler 45 dakikaya inse çok şey değişir. Gene altı gün çalışırız ama kalite, çalışma şartları her şey düzelir. 22 tane mekânda 6 günde 120 dakika dizi çok zor, olmuyor işte.
Mert Fırat HABER34

T.A: TV ve Sinemada Sigara içki yasaklarına ne diyorsun?

M.F: Sigara konusunda galiba haklılar! Yani ben bile bir film izlerken adam ne güzel sigara içiyor, dur bir tane de ben yakayım diyorum. Gerçi bunu sigara içenler böyle düşünür ama gene de sigara ister istemez özendiriyor. Ama içki konusu farklı, kimse iki kadeh içki gördü ekranda diye alkolik olmaz. Sinemada kötü tabi, bu gizli bir faşizm durumu sinemada. Yalnız bu alkol meselesi başka bir ideolojiye temas ediyor. O rahatsız edici. Yaa alenen söyle, ben alkolün görünmesinden rahatsız oluyorum de, net olacaksın. Siyasette riya çok fazla var bu da onlardan biri sanırım. Haluk Bilginer`in Masumiyet`te bir konuşması vardır, adamı orda çiçekle oynatamazsın.

T.A: İnternetle aran nasıl?

M.F: İnternetle aram iyi. Gazeteleri, köşe yazarlarını takip ediyorum. Güncellenmesi güzel ve kolay oluyor. Facebook fan sayfalarını sinema ve oyun tanıtımlarında kullanıyoruz. Bir de Twitter`da Mert Fırat var, o ben değilim. Gene Facebook`da öyle, sahte Mert`ler var.

T.A: İstanbul`u seviyor musun?

M.F: Ben İstanbul`u çok sevmiyorum abi. Ben böyle ah İstanbul diyenlerden değilim. Ben böyle denize sırtımı dönüp oturabilirim. Bu öküzlükten değil ya da denizden nefret ettiğimden değil. Ben Ankara`yı seviyorum. Ankara`da böyle güneş doğmuyor mu? Böyle bahçeler çiçekler yok mu? Var. Ama galiba denizle çok derin bağlarım yok. Bir de mesele şey galiba, gerçekten herkes kendi İstanbul`unu kendi yaratıyor burada. Herkesin İstanbul`u kendine oluyor yani. Çünkü Moda, Beşiktaş, Cihangir benim üçgenim, artı setin olduğu her yer tabi, çalışırken geziyorsun ama yaşadığın çok kısıtlı bir alan. Bu yapı Ankara`da olsaydı ben Ankara`da yaşamayı tercih ederdim.

T.A: Mert son olarak genç kızların röportajı okumasına değecek sansasyon yaratacak bir şeyler söyler misin? (gülüyoruz)

M.F: Mesela... Uzun süredir bir ilişkim yok, yani basından falan saklamıyorum. Haftanın altı günü çalışan bir adamın da pek sevgilisi olmaz.
Röportaj ve Fotoğraflar: Tansel Akdan