Salı, Ekim 31, 2006

Hepimiz kardeş miyiz?

Geçen yıl Fransa gettolarından çıkıp ülkeye yayılan ayaklanmaları ilgi ve “zevk” ile takip etmiştim. Arap,Afrika ve Türk kökenli gençler, Fransızların onları o ülkenin vatandaşı gibi görmediklerini ve bunu sürekli onlara hissettirdiklerini,okul ve işyerlerinde Fransızlarla birlikte çalışabilirken sosyal hayatlarının tamamen ayrı olduğunu söylemişlerdi.
1950’lerde yapılmış bir araştırma(Minard-1952) Amerika Birleşik Devletleri’nde bir kömür ocağında çalışan beyaz işçilerin % 60’ının zencilerle kömür ocağında konuştuklarını fakat dışarıda konuşmadıklarını,%20’sinin hem ocakta hem de dışarıda konuştuklarını ve %20’sinin hem ocakta hem de dışarıda konuşmadıklarını göstermiştir. Günümüzün Amerika Birleşik Devletleri’nde 1950’lerde görülen açık ve keskin ırkçı tavırların yerini, çoğunluğu sahte olan gülümseyişler ve demokrasi konusunda diğer uluslara rehberlik etme palavraları almıştır.Hala A.B.D’de insanları sınıflandırarak onların haklarını arama yollarına gidilmektedir.Bir ülkenin kendi içindeki halkları bölerek onlardan bahsetmesi çok büyük bir tehlike unsurudur.Velhasıl Zenci halk ulaşım araçlarında istedikleri yere oturmaya başlamış,nazar boncuğu misali her dizi filme , her reklama birer tane numune olarak katılmış ancak oturdukları mahalleleri şehrin en iyi yeri haline getirememiş,beyaz insanın kendisi ile ilgili pek çok kalıp tutumunu yıkamamıştırlar.
Kendi halkını başka halklara karşı önyargı sahibi yapıp bunun üzerinden politikalar yapan A.B.D.’nin en büyük silahı medyadır.Sosyal psikologları pek çok alandan kullanan Amerikan Hükümeti, medyayı da kullanarak çok kısa sürede bir ülkeyle ilgili yeni önyargılar geliştirtebilir.Kalıp fikirler, düşünmeyen-irdelemeyen insanlarda bir dakikada oluşup,yıllarca sabit kalma ihtimali fazla olan bilgilerden oluşur. A.B.D.’nin 1933 , 1951 ve 1967’de üniversite öğrencilerine uyguladığı bir ölçeğin sonuçlarına göre öğrencilerin Zenciler ve Türklerle ilgili kalıp tutumlarının pek fazla değişmediği gözlenmiştir.
(Çiğdem Kağıtçıbaşı-İnsan ve İnsanlar-sayfa106)



Aynı araştırmada Amerikalı gençlerin diğer uluslara olan kalıp tutumlarının yıllar içinde azaldığı ,Türkler ve Zenciler için çok fazla değişiklik göstermediği görülmüştür. Türklere olan tutumlarının diğerlerinin hepsinden daha kötü ve şiddetli olduğu da diğer bir gözlem konusudur. Bazı uluslara olan kalıp tutumlarının azalmasının nedeni olarak ülke politikaları , o ülkelerin tanıtım faaliyetleri ve lobi çalışmaları gösterilebilir.
Türklere yönelik tutumlarını belirten deneklerin sayısı azdır ve bu Türkiye’nin dışarıda neredeyse hiç tanınmadığını gösterir.Sonuncusu 40 sene önce yapılmış olan bu araştırma bugün tekrar edilse sizce sonuçlar çok mu farklı olacak?Bilgisizliğin yerini alan kulaktan dolma bilgilere bir de müslüman kimliğimiz eklendiğinde sonucun daha kötü çıkma olasılığı da yüksek..Yine aynı yıllarda Pakistan’da yapılan Türklerle ilgili kalıp tutumların ölçülmesi sonucunda Türklere karşı %100 olumlu tutumlar gözlenmiştir.Bu da aslında Amerika’daki araştırma sonuçlarına benzer bir sonuçtur.Önyargıların gerçeği yansıtıp yansıtmadığı konusunda her iki sonuçta iyi fikir sağlıyor.İşte bu önyargılar bir de aynı toprakları paylaşan insanlar arasında olduğunda Fransa’da olduğu gibi bir kaos ortamı yaşanıyor.
Kimse göç ettiği ya da göç etmeye zorlandığı yere tam anlamıyla nüfuz edemiyor..Açık açık veya gizliden gizliye yapılan dışlamalar…Her yeni kimlik tanımlamasında yeni dışlamalar..Ülke sorunları için parmak uçlarına yerleştirilebilecek yeni insan grupları… Almanya’nın yeniden yapılanmasında büyük rol oynayan Türkler bugün Almanya’da kimlik mücadelesi veriyorlar.Yeni bir kıtayı yapılandırmak,parsellemek ve topraklarını işlemek için afrikadan barut kokusu altında gemi gemi Amerika’ya taşınan Afrika halklarının yüzyıllardır süren kimlik mücadeleleri ne zaman ve ne şekilde bitecek gerçekten çok merak ediyorum.Ve tüm bunları sorgularken yaşadığım ülkenin içinde birileri tarafından sık sık telaffuz edilerek parmak ucuna yerleştirlen insanlar geliyor aklıma…O an Fransa’da yaşanan olayların çok daha büyüklerini Türkiye’de izleme ihtimali geliyor aklıma..Demokrat Fransa’nın eşitsiz tutumunu eleştirirken acaba benim ne tür cahilliklerim oluyordu?Türkiye’de artan kapkaç olaylarını belli bir yöreye maleden insanlara karşı sessiz kaldığım birkaç konuşma geldi aklıma…Ve sokakta çalışan çocukların çoğunun doğu kökenli olduğu…Şu an açık veya gizli, pek çok yerde suçlular için fısıldanan kimlik tanımlamaları var…Ve çamur at izi kalsın hesabı, asıl tetikleyici unsurun devlet politikaları olduğunu unutuyoruz bunları yaparken...İnsanların kimlikleri ile ilgili vurgulamalar yaparak , kardeş olduğumuzun söylenmesini de çok sahtekarca buluyorum..
Türkiye’de etnik kökenleri farklı olan insanlar arası diyaloglar iddaa edildiği kadar iyi mi?..Acaba aynı okulları, işyerlerini paylaşıp birbirinin evine gitmeyen kimlik tanımlamalarına sahip insanlar var mı burada?..Siyah ve beyaz derili insanların evlenmesinden daha zor koşullarda evlenebilen mezhepleri farklı insanlar mı var yoksa bana mı öyle geliyor?Bu ülkede birbinin içine nüfuz edemeyen renkler mi var?..Yukarıda verdiğim örnek araştırmayı kendi içimizde yapabilecek birisi var mı acaba?..Olumlu ve olumsuz pek çok örnekle dolu bu ülkede, olumsuz örneklerin yok olmasını diliyorum..
Keşke hepimiz kardeş olsaydık türkülerdeki gibi…

Çağrı Akyol

( sevgili Çağrı ablamın http://www.haber1.com/makale.asp?id=1961 daki yazılarına başlamasını kutlarım)

Pazartesi, Ekim 30, 2006

Ramazan Bayramıniz....

Bayramın ardından şirkete gelip biriken elektronik postalarımı okurken bayram sırasında da oldukça anlamsız bulduğum hadiseyi hatırladım. Ramazan bayramına saygısızca ve inatla "şeker bayramı" adını veren ve bu şekilde bayramımı tebrik eden cahillleri.
Anlam veremiyorum, bu bayram Ramazan ayını takiben gelir ve Ramazan Bayramı adını alır. İslam kültürüne hastır ve glikozun hiç bir türüyle alakası yoktur. Ramazan kelimesini kullanmak rahatsız ediyorsa o vakit hiç kutlamayın bayramımı. Zira müslümanlara ait ve kutsal kabul edilen günlere yeni isim vermek kimsenin haddine değildir. Gazete ve televizyonlarda ki bayram tebriklerinde "şeker bayramı " kelimelerini kullananların ürünlerini satın almayacağım. Bana bu şekilde mesaj yahut posta atanlara kınama mesajları göndereceğim lütfen biraz daha dikkatli olalım. Kendi kültürümüzü kendimiz dejenere etmeyelim.

Pazartesi, Ekim 16, 2006

"Kalbim Yok" ZARDANADAM


Zardanadamın son albümü "Kalbim Yok" dağıtılmaya başlandı. Grup 2001 yılının ekim ayında kuruldu. Konyalıların "tezekli serzeniş" olarak hatırlayabileceği grubun gitar ve vokalisti Erbatur Çavuşoğlu, davulcusu Tolga Kaya yı, Zardanadamın vokal ve gitarlarında görüyoruz. Yeni albümün şarkılarını www.zardanadam.com adresinden ücretsiz indirebileceğiniz gibi sınırlı sayıda albüm de sadece kargo ücretini ödemeniz koşulu ile adresinize postalanıyor.

Grubun diskografisi:

2002 mart "tamam böceği"
2002 aralık "korsan"
2005 "dibini gör"
2006 "kalbim yok"

single : 2003 "süreyya" ve 2004 "sevgililer günü"

Grup : Vokal - Erbatur Çavuşoğlu
Solo gitar - Tolga Kaya
Rirm gitar-Utku Doğruak
Davul -Cem Polat
Bas Gitar -Paşa Altın

K


Alkım Kİtabevi, Ekim ayında güzel bir dergi çıkardı. Bu degiyi benzer edebiyat dergilerinden ayıran dikkat çekici faktör fiyatı. K adlı derginin fiyatı sadece 1 ytl. Anadoluda dağıtımının yapılıp yapılmadığını şu anda bilemiyorum, lakin içerik ve tasarım olarak oldu ça nitelikli ve hoş bir dergi olmuş.Dergiye ulaşabilenlere tavsiye ederim.

Çarşamba, Ekim 11, 2006

telvin

Erkan Oğur

Piri Musiki: Erkan Oğur

1954 ankarada doğdu. MÜZiĞİ SEVER

Perdesiz gitarın mucidi- bir çok müzisyenin bir çok eserinin değerini katlayacak gitar soloları- derviş-bir çok sazı şereflendirdi- bir çok sahneyi teşrif etti- bir çok gönülü nurlandırdı-

2006-Telvin
2004 Yazı Tura
2001 Fuad ( Djivan Gasparyan)
2000 Anadolu Beşik ( İ. Hakkı Demircioğlu)
1999 Hiç (Okan Murat Öztürk)
1998 Gülün Kokusu Vardı (İ. Hakkı Demircioğlu)
1997 Eşkıya
1996 Bir Ömürlük Misafir
1994 Fretless
1983 Perdesiz Gitarda Arayışlar

Salı, Ekim 10, 2006

Demokratik Hümanist Fransa !!!




Fransa, Cezayiri 1830 dan 1962 ye kadar işgal etmiştir. Bu sürede Cezayir halkı sürekli direnmiş ve hakkını savunmaya çalışmıştır. Direnişin en şiddetli zamanı; 1954 -1962 yılları arasında oldu. Fransa Cezayirde bir buçuk milyon (1 500 0000 ) insanı şehit etmiştir.

Benin, Burkina-Faso, Cibuti, Çad, Gabon, Gine, Kamerun, Komor Adaları, Moritanya, Nijer, Senegal, Tunus, Tunus, Vietnam.

Fransa, yukarıda saydığım ülkeleri işgal etmiş maddi kaynaklarını çalmış yada çalmaya çalışmış ve de halklarına işkence edip öldürmüştür.

Her fırsatta düşünce özgürlüğünden ve insan haklarından söz eden ve bu konuda kendini sorumlu müdür tayin eden Fransa ifade ettiğimiz işgalleri ve fazlasını yapmış, halihazırda ülkesinde yaşayan göçmenlere ve afrika kökenli vatandaşlarına ayrımcılık yapmakta ve kendi içinde yaşadığı isyanları son derece sert ve kanlı bastırmaya çalışmaktadır.

Antepte maraşta yaşadıklarımızı biz biliriz. Fransanın ve batı emperyalizmin bir yere nasıl demokrasi ve huzur getirdiğini ırak bilir afrika bilir.
Umut ediyorum derin uykudaki Türk halkı ve yönetimi bu sefer gururunu , onurunu ve haysiyetini çiğnetmesin.

Batının işine gelen ve Türk dışı tüm eski kardeşlerimiz ve akrabalarımızı dışlayan farkında olmadan sevr e çanak tutan mikro milliyetçi söylemleri de batıya bakmaktan boynu tutulmuş saplantılı batı yanlısı söylemlerlerden de kurtulma umuduyla...



Pazartesi, Ekim 09, 2006

bana kitap al

Hala izlemediyseniz izleyin. Eğlenmiş çocuklar.

Cemil Meriç





"İdrakine deli gömleği giydirmemiş üstat "


(Bu Ülke, 13. Baskı, İstanbul 2001 Hazırlayan Mahmut Ali Meriç, s. 61-70)1877

Babası Mahmut Niyazi Bey'in yaklaşık doğum tarihi.1912
Balkan Harbi sırasında ailesi Yunanistan/Dimetoka'dan Hatay'a göç eder.
1916 12 Aralık günü Hatay'ın Reyhanlı kazasında Hüseyin Cemil dünyaya gelir. İki de ablası vardır: Zehra ve Nadide. Bir-yedi yaş çocukluğu Antakya'da geçer. Babası aynı şehirde Ziraat Bankası müdürü, sonra da mahkeme reisidir.
1920 Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarla 1936 arası, Suriye Fransa'nın mandası altındadır. Misak-i Milli dışında bırakılan Hatay'da da muhtar bir idare kurmuştur Fransa: Bağımsız İskenderun Sancağı.
1923 Babasının memuriyetten ayrılması üzerine Reyhanlı'ya dönerler. Aynı yıl Reyhanlı Rüştiyesi'nde okula başlar. Bu ilkokulda, üçüncü sınıftan itibaren Fransızca dersleri de okutulmaktadır.
1928 İlkokulu bitirir, elindeki diplomanın adı: "certificat d'études primaires"dir. Aynı yıl Antakya'ya gider ve Antakya Sultanîsi'nde ortaokula başlar. Eğitim Fransız kültürü ağırlıklıdır.
1933 Çalışkan bir öğrenci olmasına rağmen cebirden ikmale kalır, gözleri zayıftır ve sınıftaki tahtayı iyi görememektedir, altı numara miyobu olduğu anlaşılır.Aynı yıl, yerel Yenigün gazetesinde ilk yazısı yayımlanır: "Geç kalmış bir muhasebe" (23.09.1933).1934-35 On birinci sınıfı, birinci bölüm bakaloryayı alarak bitirir; ama liseden mezun olamaz, çünkü aynı yıl, lise on iki sınıf olur ve ikinci bakalorya konur. Yani bir yıl önce on birinci sınıfı bitirenler üniversiteye girebilirken, onun on ikinci sınıfı da bitirmesi gerekir.1935-36 On ikinci sınıf felsefe sınıfıdır, bu sınıftayken, milliyetçi tutumu, yayımlanan bir yazısı ve bu yazıda bazı hocalarına, onları yeteri kadar milliyetçi bulmadığı için sert çıkması ("Türk Genci", Yıldız, 5.7.1935), parlak bir talebe olmasına rağmen ve mezuniyetine pek az bir zaman kala, ikinci bölüm bakaloryayı alamadan okulu terk zorunda kalmasıyla sonuçlanır. Okulu bitirdiğinde tahsiline Mülkiye'de devam edebilecekken, bu imkân da böylece ortadan kalkar.1936-37 İstanbul'a gelir. Üniversiteye giremez. Bir süre Pertevniyal Lisesi on ikinci sınıfına devam eder. Hocaları, felsefede İhsan Kongar, tarihte Reşat Ekrem Koçu, edebiyatta Keyise İdalı, Fransızca'da Nurullah Ataç'tır. Kumkapı ve Kadırga talebe yurtlarında kalır. Nazım Hikmet ve Kerem Sadi ile tanışır. Onlar için kendi imzasını kullanmadan iki kitap çevirir türkçeye: Gaston Jèze'in maliye ile ilgili 400 sayfalık bir kitabı ile Stalin'in "Pratik ve Teori" adlı kitabı. Vaat edilen tercüme paralarını alamaz. 1937 İstanbul'da geçinebilmesi zordur, Mayıs ayında vapurla İskenderun'a dönmek mecburiyetinde kalır.Aynı yıl İskenderun'un Haymeseki adlı köyünde dokuz ay kadar ilkokul öğretmenliği yapar, hemen hiç öğrencisi yoktur.Aynı yıl İskenderun Tercüme Bürosu'na sınavla reis muavini olur, Türkçe basını Fransızca'ya çeviren bir ekibin başındadır. Beş altı ay kadar bu işte kalır. 1938 Hatay bağımsız bir cumhuriyet olmaktadır. Türkiye'nin sancaktaki idare amirlerinin Türk olması için Fransızlar nezdindeki girişimi sonucu, Fransızlar tarafından Aktepe'ye nahiye müdürü tayin edilir. Sadece yirmi iki gün süren bir memuriyet. İşine Hatay Valiliği'nden gelen bir telefonla son verilir. Reyhanlı'ya dönüp Batı Ayrancı köyünde ilkokul öğretmenliğine başlar. Türk Hava Kurumu'nda sekreterlik, Belediyede katiplik gibi geçici görevlerde de bulunur. 1939 Nisan ayında tevkif edilir, üç yüz kadar kitabına ve dergi koleksiyonlarına el konur. Antakya'ya götürülür, Hatay hükümetini devirmek suçundan idam talebiyle yargılanır, iki ay sonra beraat eder.Aynı yıl 29 Haziran'da Hatay Türkiye'ye katılır. 1940 Tekrar İstanbul'dadır. Bir arkadaşından İstanbul'da Yabancı Diller Okulu'na burslu talebe alındığını, oraya girebileceğini öğrenmiştir. Okula müracaat eder, giriş sınavını kazanıp iki yıl okur, iki yıl da Fransa'ya staja gönderilecektir. Tarlabaşı'nda bir pansiyonda kalmaktadır. Elit, Nisvaz gibi zamanın sanatçı ve aydınlarının bir araya geldiği kahvelere devam eder bir süre. 1941 İstanbul'daki ilk yazısı "İnsan" dergisinde yayımlanır: "Honoré de Balzac" 1942 İkinci Dünya Savaşı yüzünden Yabancı Diller Okulu öğrencileri Avrupa'ya gönderilemez, mecburi hizmeti vardır, kurada şansına Elazığ çıkar. Aynı yıl Elazığ'a gitmeden az önce tarih ve coğrafya öğretmeni olan Fevziye Menteşoğlu ile tanışır ve 19 Mart günü evlenir, eşi İstanbulludur. Aynı yıl, Haziran ayında babası ölür. Aynı yıl, 29 Ekim'de Elazığ Lisesi'nde Fransızca öğretmenliğine başlar. 1942-43 "Ayın Bibliyografyası" adlı dergide tercüme tenkitleri yayımlanır. 1943 Elazığ Askeri Hastanesi'nce düzenlenen bir kurul raporuna göre, her iki gözündeki yüksek ve 'müterakki' miyop askerlik yapmasına engeldir, askerlikten muaf tutulur.Aynı yıl, ilk kitabı yayımlanır, Balzac'dan bir çeviridir bu: "Altın Gözlü Kız" (Üniversite Kitabevi), 189 sayfalık kitabın 74 sayfası Balzac'la ilgili bir incelemenin yer aldığı önsözdür. 1944-47 arası, dönemin çeşitli dergilerinde ("Yurt ve Dünya", "Yücel", "Gün", "Amaç") özellikle Fransız edebiyatı ve düşüncesi üzerine incelemeler, daha da çok tercüme tenkitleri yazar. 1945 Şubat, Elazığ'daki stajyer öğretmenlik görevinden, iki sene dört ay sonra ayrılır. Eşinin Elazığ'a tayini çıkmadığı gibi, eşi burada iki de çocuk kaybetmiştir, ancak İstanbul'da doğum yapabileceğinin anlaşılması üzerine İstanbul'dadır ve yedi aylık hamiledir. Tip Fakültesi'nden gözlerinin yorgun olması nedeniyle aldığı rapora rağmen Bakanlıkça izinli de sayılmayınca istifa eder. Aynı yıl, 1 Nisan'da bir oğlu dünyaya gelir, ismini Mahmut Ali koyar. Aynı yıl, Balzac'dan iki çevirisi çıkar: "Otuzundaki Kadın" (A.Bolat Yayınevi, 168 sayfa) ve "Onüçlerin Romanı (Ferragus)" (Yüksel Yayınevi), 157 sayfanın 28 sayfası önsöz. 1946 16 Aralık, bir kızı gelir dünyaya: Ümit. Aynı yıl bir çevirisi daha basılır, hep Balzac'tan: "Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti" (İnkılap Yayınevi), 471 sayfa, 17 sayfalık bir önsöz. Aynı yıl, Aralık ayının son günlerinde sınavla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Fransızca okutmanı olur. 1947 Bir yıl kadar "Yirminci Asır" dergisinde yazar. 1947-53 yılları arasında makale yazmaya ara vermiş gibidir. 1953'te aynı dergide bir kaç makalesi daha yayımlanacaktır. 1948 Victor Hugo'nun "Hernani" adlı piyesinin manzum olarak tercümesi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kendisine verilir. 1949-50-51 tarihlerini taşıyan ve çeşitli okuma notlarından oluşan bir defter doldurur. Aynı zamanda yoğun bir dosyalama ve fişleme çalışması içindedir. İlgisini çeken her konuda malzeme biriktirmektedir. 1951 Muafiyet imtihanına girecek Hukuk Fakültesi öğrencileri için, F. H. Saymen ve Mösyö Louat ile, 43 sayfalık bir Fransızca "Yardımcı Metinler" kitapçığı hazırlar (Yabancı Diller Okulu, Fakülteler Matbaası). Aynı yıl Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne doktora öğrencisi olarak kaydolur. 1952-53 İstanbul Işık Lisesi'ne Fransızca öğretmeni olur1952-54 arası aldığı okuma notlarıyla iki defter daha doldurur. 1953-54 Yabancı dil okutmanlığına paralel olarak lise öğretmenliğini sürdürür. 1954 İlkbahar aylarında gözlerini kaybeder. Aynı yıl, yaz ayları boyunca İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi'nde yatar, birkaç başarısız göz ameliyatı geçirir. Bir gözünde retina tabakası çatlamıştır, diğerine katarakt sonucu perde inmiştir. Ameliyatlara yurt dışından devam edilmesinin uygun olacağı sonucuna varılır. 1955 21 Ocak, Denizyollarının Tarsus vapuruyla, tek başına İstanbul'dan Marsilya'ya, oradan da Paris'e gider. Fakülte tarafından "tetkikatta bulunmak üzere" Avrupa'ya seyahate gönderiliyor kabul edilerek, yola çıkabilmişse de amaç Paris'te ünlü "Quinze-Vingts" (Kenzven) Hastanesi'nde ameliyat olabilmektir. Ocak sonuyla Temmuz ayı arasında birçok ameliyat geçirir, fakat gözdeki yüksek tansiyon ve kanama yüzünden son ameliyatlar yapılamaz, yurda dönmek mecburiyetinde kalır. Bir daha ameliyat olmayacak ve artık hayatının sonuna kadar göremeyecektir. 7 Temmuz günü uçakla Yeşilköy Havaalanı'na iner. Aynı yıl, Hatay'da oturan annesi Zeynep Hanım vefat eder.Aynı yıl jurnal tutmaya ve "Quinze-Vingts Geceleri" isimli bir roman yazmaya başlar, her ikisine de devam etmez. 1956 V. Hugo'nun "Sefiller" adlı eserini, sonra da H. Taine'in "Sanatın Felsefesi" adli kitabini Türkçe'ye çevirmek talebi Maarif Vekaleti'nce geri çevrilir. Üç ay kadar sonra, Vekaletten gelen bir yazıyla, J. J. Rousseau'nun "Emil" adlı eserini çevirmesi uygun görülür, çeviriye başlar. Yaptığı çalışma yarım kalmış titiz bir çeviri örneğidir. Aynı yılın Aralık ayında "Hernani" çevirisi, Maarif Vekaleti'nin "Klasikler" dizisi arasında yayımlanır. 1957 O yılın tiyatro sezonu için İstanbul Şehir Tiyatroları'nda "Hernani"nin temsili uygun görülmüş ve sahne çalışmaları tamamlanmış gibiyken "mühim bir sebepten dolayı daha sonra sahneye konacaktır" gerekçesiyle eser, son anda programdan kaldırılır ve bir daha da temsili söz konusu olmaz.1959 Fransızca öğrenecekler için bir Fransız dili grameri hazırlar. yaklaşık 100 daktilo sayfası tutan bu çalışması basılmaz.Aynı yıl, Hugo'nun "Sefiller" adlı eserini Türkçe'ye çevirmesi Bakanlıkça uygun görülür. Ne var ki Hint düşüncesi ve edebiyatıyla ilgili geniş kapsamlı bir çalışma bütün zamanını almaktadır, çeviriye başlar ama devam etmekten vazgeçer. 1961 Eşi ağır bir rahatsızlık geçirse de hemen tamamen iyileşir. 1963 "Hint Edebiyatı"nın yazılması biter, eser baskıya hazırdır. Aynı yıl, yılbaşından itibaren düzenli olarak jurnal tutmaya başlar, "Jurnal"ine 64 ve 65 yıllarında da devam eder, bu dönemde "Mektuplar"la zenginleşen Jurnal, aralıklarla da olsa 1983 yılı ortalarına kadar sürecektir. Aynı yıl, Antakya'da İngilizce öğretmeni Lamia Çataloğlu ile tanışır. Bu tanışma hayatının sonuna kadar sürecek bir dostluğa dönüşür. Aynı yıl, Edebiyat Fakültesi sosyoloji bölümünde, hem sosyoloji öğrencilerine hem de çeşitli fakültelerden derslerini izlemeye gelen öğrencilere sosyoloji ve kültür tarihi dersleri verir, bu dersler çok düzenli olmasa da emekliliğine kadar sürecektir.1964 Bir yıl kadar bastırılamayan "Hint Edebiyatı", sonunda yayımlanır (Dönem Yayınları, 266 s.). 1965 53 yılından sonra ilk kez "Dönem" ve "Çağrı" dergilerinde makaleleri çıkar. 1966 Victor Hugo'dan, Mahmut Sait Kılıççı ile beraber manzum olarak çevirdiği "Marion de Lorme" basılır (M.E.B. Yayınları, 192 s.). Aynı yıl, Hugo'dan yapmış olduğu "Hernani" çevirisi ikinci kez basılır (M.E.B. Yayınları, 184 s.).1967 Makale yazmayı "Yeni İnsan" ve "Hisar" dergilerinde sürdürür. "Hisar"daki yazıları aralıklarla da olsa on yılı aşkın bir süre devam edecektir."Saint-Simon İlk Sosyolog, İlk Sosyalist" bu yıl basılır. (Çan Yayınları, 143 s.). Ayni yıl, A. Meillet ile M. Lejeune'ün Encyclopédie Française'deki bir yazısını "Dillerin Yapısı ve Gelişmesi" başlığı altında, talebesi Berke Vardar ile Türkçeye çevirirler. (Dönem Yayınları, 86 s.).1969 "Sosyalizm ve Sosyoloji Tarihinde Pierre Joseph Proudhon" adlı bir çalışması Fakülteler Matbaası'nda basılır. (Türkiye Harsi ve İçtimai Araştırmalar Derneği, sayı 101, 23 s.). 1970 1968'de I.Ü.E.F. Sosyoloji dergisinde çıkan "İdeoloji" ile ilgili bir başka çalışması (sayı 21-22), bir kitapçık halinde yayımlanır (Fakülteler Matbaası, 23 s.). 1973 Balzac'tan çevirmiş olduğu "Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti" adlı eser, ikinci defa, "İhtişam ve Sefalet (Vautrin)" adıyla gözden geçirilip basılır (Ötüken Yayınevi, 543 s.).1974 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransızca okutmanlığından emekli olur. Görmemesine ve oldukça zor çalışma koşullarına rağmen hocalık görevini sonuna kadar sürdürmüştür. Aynı yılın Nisan ayında bir erkek torunu dünyaya gelir, 58 yaşında dede olmuştur. Aynı yıl, “Bu Ülke” yayımlanır (Ötüken Yayınevi, 170 s.). "Ümranlar Uygarlığa" adlı eseri de bu yıl basılır (Ötüken Yayınevi, 371 s.) ve Türkiye Milli Kültür Vakfı'ndan "fikir dalında" ödül alır. Aynı yıldan itibaren "Türk Edebiyatı", "Kubbealtı Akademi" ve "Orta Doğu" gazetesinde yazıları çıkmağa başlar. 1975 "Bu Ülke" ikinci baskıyı yapar. (Ötüken Yayınevi, 200 s.). Aynı yılın Haziran ayında bir erkek torun sahibi daha olur. 1976 "Bu Ülke" İlavelerle üçüncü defa basılır (Ötüken Yayınevi, 244 s.).Aynı yıl, "Hint Edebiyatı" adli eseri, "Hint ve Bati" başlıklı bir bölümün de eklenmesiyle "Bir Dünyanin Esiginde" adıyla ikinci kez basılır (Ötüken Yayınevi, 344 s.).1977 "Pınar", "Köprü", "Gerçek" dergilerinde makaleleri çıkar, en çok da "Pinar"da yazar. "Ümrandan Uygarlığa"nın ikinci baskısı yapılır (Ötüken Yayınevi, 366 s.).1978 "Mağaradakiler" adlı eseri yayımlanır (Ötüken Yayınevi, 352 s.).Aynı yıl Mart ayında televizyonun birinci kanalında roman üzerine bir söyleşisi yayımlanır. 1978-84 yılları arasında, çoğu Kubbealtı Cemiyeti'nde olmak üzere yılda üç dört kere konferans verir. 1979 "Bir Dünyanın Eşiğinde" üçüncü baskısını yapar (Ötüken Yayınevi, 352 s.). "Bu Ülke" yeni ilavelerle dördüncü kez basılır (Ötüken Yayınevi, 275 s.).Aynı yıl "Hareket" dergisinde de yazmaya başlar. 1980 "Kırk Ambar"ı çıkarır Cemil Meriç (Ötüken Yayınevi, 487 s.). Aynı yıl eser, Türkiye Milli Kültür Vakfı Ödülü'ne layık görülür. Aynı yıl "Mağaradakiler" ikinci baskısını yapar (Ötüken Yayınevi, 326 s.). Uriel Heyd'den "Ziya Gökalp, Türk Milliyetçiliginin Temelleri" isimli kitabı çevirir (Sebil Yayınevi, 134 s.). "Milli Eğitim ve Kültür" dergisinde ve "Yeni Devir" gazetesinde makaleleri yayımlanmaktadır. 1981 "Bir Facianın Hikayesi" Ankara'da bir yayınevi tarafından basılır (Ümran Yayınları, 167 s.).Thornton Wilder'in "Köprüden Düsenler" adlı kitabını Lamia Çataloğlu ile birlikte İngilizce'den Türkçe'ye çevirirler (Tur Yayınları, 112 s.).Aynı yıl, Ankara Yazarlar Birliği Derneği tarafından "yılın yazarı" seçilir. 1982 Kayseri Sanatçılar Derneği'nden, inceleme dalında bir ödül alır. Aynı yıl, 15 Ocak Nişantaşı Akademi Kitabevi'nde bir imza günü düzenlenir. İlk kez okuyucusuyla buluşur. Aynı yıl, 30 Ocak'ta "Cemil Meriç'le Türk kültüründeki değişmeler hakkında bir söyleşi" başlığını taşıyan bir televizyon programına katılır. 1983 Maxime Rodinson'un "Batıyı Büyüleyen İslam" adli eserini dilimize kazandırır (Pınar Yayınları, 233 s.). Aynı yıl İletişim Yayınları'nın çıkardığı "Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi'ne makaleler yazar. 7 Mart günü 41 yıllık bir beraberlikten sonra eşini kaybeder. Aynı yıl TÜYAP Kitap Fuarı'nda kitaplarını imzalar. 1984 "Işık Doğudan Gelir" adlı kitabı yayımlanır (Pınar Yayınları, 233 s.). Aynı yılın Ağustos ayında bir beyin kanaması geçirir; sol hemipleji sonucu sol tarafına felç iner. Cerrahpaşa Hastanesi'nde üç ay süren bir tedaviden sonra taburcu olur. 1985 “Bu Ülke” Entelektüel Bir Otobiyografi ve Cemil Meriç Kronolojisini de içeren 63 sayfalık bir giriş bölümüyle beşinci kez basılır (İletişim Yayınları, 285 s.)."Kültürden İrfana" adli eseri İnsan Yayınları arasında çıkar (405 s.). Aynı yayıneviyle bütün eserlerinin basılması konusunda imzalanan sözleşmeye rağmen diğer eserleri basılmaz. 1986 İletişim Yayınları'nın bu kez de "Tanzimattan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi"nde makaleleri yer alır. 1987 13 Haziran günü, kendisini yatağa mahkum eden uzunca bir hastalıktan sonra, 71 yaşında hayata gözlerini yumar. Karacaahmet mezarlığına eşinin yanına defnedilir. (Ada 8, No 890).Aynı yıl, ölümünden bir ay kadar önce, televizyonun birinci kanalında, TRT tarafından hazırlatılan: "Sanatımızdan Portreler: Cemil Meriç" adlı bir belgesel yayımlanır. Ölümü üzerine aynı belgesel bir kere daha ekrana gelecektir. Aynı yıl, Dönemli Yayıncılık'la Cemil Meriç'in varisleri arasında, bütün eserlerinin basılması konusunda bir sözleşme imzalanır, iki eserinin yayına hazırlanıp baskıya verilmesi aşamasında, yayınevinin kapanması üzerine bu girişim sonuçsuz kalır. 1989 Cemil Meriç için, 13 Haziran günü Cağaloğlu Basın Müzesi'nde düzenlenen ikinci ölüm yıldönümü anma toplantısında yapılan çeşitli konuşmalar, Hürriyet Gösteri'nin Eylül ayı sayısıyla birlikte çıkan Cemil Meriç ekinde yayımlanır. 1991 Dördüncü Ölüm yıldönümü dolayısıyla, Hatay Kültür Müdürlüğü ve İLESAM tarafından Antakya'da, "Türk Fikir Hayatında Cemil Meriç'in Yeri" konulu bir panel düzenlenir. Paneldeki konuşmalar, Mehmet Tekin tarafından "Cemil Meriç: şair, filozof, yazar" adını taşıyan bir kitapçıkta toplanır (Antakya, 94 s.).1992 Ocak ayında, Cemil Meriç'in bütün eserlerinin bir Külliyat halinde basılması konusunda, İletişim Yayınları ile Cemil Meriç'in varisleri olan çocukları arasında bir neşir sözleşmesi düzenlenir. Bu sözleşmeye göre, Cemil Meriç'in basılmış bütün telif eserleri, basılmamış "Jurnal" ve "Mektuplar"ı, çeviri eserleri ve yine basılmamış ders notları, konferansları, diğer yazıları yayınevince yayımlanacaktır. Cemil Meriç'in beşinci ölüm yıldönümünde "İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Öğrenci Kültür Merkezi Edebiyat Kulübü" tarafından bir anma günü düzenlenir.

Cuma, Ekim 06, 2006

Altın Oran ve Güzellik !













Tam olarak ne zaman ve kimin zamanın da bulunduğu belli olmayan "altın oran" bir çok farklı kültür ve uygarlık tarafından bilindiği ve üzerinde durulduğu bilinmektedir. Fibonacci sayıları(Fibonacci sayıları (1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, 4181, 6765... şeklinde devam eder) ile Altın Oran arasında ilginç bir ilişki vardır. Dizideki ardışık iki sayının oranı, sayılar büyüdükçe Altın Oran'a yaklaşır)
, Euclid teoremleri, Leoanarda da Vinci nin ilahi oran adlı yayınında verdiği bilgiler hep altın orandan bahsetmektedir. İnsanları ve sanat eserlerini güzel bulmamızı sağlayan, gözümüzün aradığı uyum ve armonidir. Çoğu bilim adamı bu güzelliğin altın orana yaklaştıkça sağlandığını iddaa etmiştir.
Fotoğraflarda gördüğünüz kişi nin bu oranlara ne derece yakındır bilemiyorum ama "altın oran kanaatimce budur"