Perşembe, Mayıs 31, 2007

Be Makam-ı Konstantiniyye el Mahmiyye

Bazı dostlarımız ve ağabeylerimiz İstanbul yerine Konstantiniyye veya Konstantinapolis dememizin çok da doğru olmadığını söylediler. Tabiki iyi niyet ve memleket sevgisinden ötürü yaptılar bu hatırlatmayı. Ama ben genede bu konuyu biraz açmayı düşünüyorum. Bu konuda en sade ve basit açıklamayı değerli Hocamız İlber Ortaylı`dan aktarıyorum:
"-Be Makam-ı Konstantiniyye el Mahmiyye- Yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorluğu`nun bütün fermanlarında ve kayıtlarında şehrin adı böyle geçerdi: Konstantiniyye; `korunmuş makam`... Memelik-i Mahrusa`nın korunmuş ülkelerinin merkezi Konstantiniyye bütün Arapların tarihinde, İslam tarihi boyunca bu adla anılırdı. Kimse şehrin kurucusu olan hükümdarın ne adını küçümserdi, ne de inkar ederdi. Hiç şüphesiz ki bu resmi ad, sadece resmi işlemlerde sınırlı değildi. Son döneme kadar, basılan bazı kitapların ilk sayfasında `konstantiniyye..matbaası` künyesi vardır. Büyük Konstantin`in adını taşımaktan dolayı Osmanlı İstanbulu hiçbir zaman yüksünmüş değildir. Dolayısıyla bu konuda bir hassasiyete de lüzüm yoktur... "
İlber Hocanın değerlendirmeleri oldukça net ve doğru kanaatimce. İstanbul `a Konstantiniyye demek ile İstanbul bir şey kaybetmez. Lakin güzelim şehrin tarihi dokusunu, muhteşem mimarisini çirkin apartmanlar ve dev reklam panolarıyla kirletmek, işte bu kesinlikle cinayet ve şehrin gelmiş geçmiş ve gelecekteki bütün sahiplerine saygısızlıktır. Biz bu şehri ve onun yüzlerce yıllık tarihini isimlerini sahiplenmeli ve korumalıyız.
1453 ten bu yana "Be Makam-ı Konstantiniyye el Mahmiyye" yani İstanbul`da onlarca dil ve millet huzur içinde yaşamış ve mimarisinden kültürüne , çoğrafyasına kadar dünyanın en güzel İmparatorluk Başkenti olagelmiştir. Bunun böyle kalması içinde son yüz yılda ortaya çıkan şövenist ve etnik milliyetçi akımların Osmanlı`dan kalan güzel hatıraları yok etmesine izin vermemeliyiz. Sözümü gene İlber Ortaylı`nın cümlleriyle noktalayayım.
" Artık İstanbula Konstantinya denmesinden hiç çekinmeyelim.Çünkü Osmanlı Evrakında bu isim kullanılmaktadır... İsimler konusunda hiç bir şekilde bağnaz olunmamalıdır , çünkü bu şehir büyük bir dünya başkentidir. "

Salı, Mayıs 29, 2007

Uçurumun Kenarındayım Hızır..



Uçurumun kenarındayım Hızır

Bir dilber kalesinin burcunda

Vazgeçilmez belaya nazır

Topuklarım boşluğun avcunda

Derin yar adımı çağırır

Kaldım parmaklarımın ucunda

Uçurumun kenarındayım Hızır

Bir gamzelik rüzgar yetecek

Ha itti beni, ha itecek

Uçurumun kenanndayım Hızır

Divan hazır Ferman hazır Kurban hazır

Güzelliğin zulme çaldığı sınır

Başım döner, beynim bulanır

El etmez Gel etmez Gözleri bir ret,

bir davet Gülce uzak uzak dolanır

Mecaz değil Maraz değil

Gülce semavi bir afet

Uçurumun kenarındayım Hızır

Gülce bir beyaz sihir

Canıma bedel bir haz Nar ve nurdan bir zehir

Gülce Araf`ta infaz

Bir tek bakışıyla suyum ısınır

Güzelliğin zulme çaldığı sınır

Uçurumun kenanndayım Hızır

Ben fakir En hakir Bin taksir

Cahil cesaretimi alem tanır

Ateşten Kalleşten Mızrakla gürzden

Dabbetülarzdan Deccal`dan, yedi düvelden

Korku nedir bilmeyen ben

Tir tir titriyorum Gülce`den

Ödüm patlıyor Gülce`ye bakmaktan

Nutkum tutuluyor, ürperiyorum

Saniyeler gözlerimde birer can

Her saniyede bir can veriyorum
Şiir : Ömer Lütfü Mete

Salı, Mayıs 22, 2007

Hayat Dediğin.

Yazacak, tartışacak o kadar çok şey var ki: Ruh sağlığı vahim durumda taraftarlar. Sonra, Orta doğunun eşkıyaları, çocuk katilleri. Kuraklık avaz avaz bağırırken kimsenin önlem almaması, dahi gündemin kıyılarında sürünen bir haber gibi görülmesi. Her gün yenisi gelen şehitler, demokratik diktatörler…
İç karartıcı tablomdan sıkılıp yazıyı bırakmamışlar için devam edelim. Bütün bunlar olurken, İstanbul’uma hafiften bir yağmur yağar. Bir anda hiç biri yaşanmamış gibi, bir sevinç kaplar insanın içini.
Atarsın kendini İstiklal caddesine. Uzaktan bir kadın sesi.” mazi kalbimde bir yaradır, bahtım saçlarımdan karadır..” Tam da büyüsüne girerken tangonun, akordeoncu küçük kumral kızı görürsün, hep aynı şarkıyı nasılda duygulu çalıyor derken, yere sigarasının jelatinini atan Greenpeace gönüllülerini görüp eğlenirsin. Lisenin kapısını görünce, okuyamadığın okula nazire olsun diye Fransızca bir küfür sallarsın. Sonra bir dostla Mustafa Amca ‘da kahveni yudumlarken, o kadar mutlusundur ki insanlığını hatırlar, gülersin içinden. En kötü durumlar da galesiz ,umursamaz ve çocuk gibi mutlu olabilen insanlığını hatırlarsın.
Sonra belki en vahim durumlarda, insanlığını unutmamışların sayısının çok olabileceği ihtimaline sarılıp, sevinçle bir nefes daha çekersin içine.
Klasik, "hayat güzeldir ,hep sırıtalım" ezberi yapmıyorum inanın. Zira hayat hiç de güzel falan değildir aslında. Ama yüzyılınız , coğrafyanız ve canım İstanbul’unuz bir ateşe tutulmuş cayır cayır yanarken, İstiklal’de yahut Süleymaniye`nin duvarına yaslanmış otururken, veya ne bileyim Çengelköy`de anlamsız bir şekilde balık tutanları izlerken, içimize bir huzur çökse buda yetmez mi ? Şükretmeye , mutlu olmaya ve devam etmeye...
Herneyse, bana çok iyi geliyor. Kimsenin işinede karışmak haddimize değil. Ama en azından çok olduğunuzu biliyor, iman ediyorum. Hala çok fazla "insan" var. Eminim

Pazartesi, Mayıs 07, 2007

Haber34 Açıldı

İSTANBUL 'UN HABER SİTESİ

www.haber34.com