Salı, Mayıs 22, 2007

Hayat Dediğin.

Yazacak, tartışacak o kadar çok şey var ki: Ruh sağlığı vahim durumda taraftarlar. Sonra, Orta doğunun eşkıyaları, çocuk katilleri. Kuraklık avaz avaz bağırırken kimsenin önlem almaması, dahi gündemin kıyılarında sürünen bir haber gibi görülmesi. Her gün yenisi gelen şehitler, demokratik diktatörler…
İç karartıcı tablomdan sıkılıp yazıyı bırakmamışlar için devam edelim. Bütün bunlar olurken, İstanbul’uma hafiften bir yağmur yağar. Bir anda hiç biri yaşanmamış gibi, bir sevinç kaplar insanın içini.
Atarsın kendini İstiklal caddesine. Uzaktan bir kadın sesi.” mazi kalbimde bir yaradır, bahtım saçlarımdan karadır..” Tam da büyüsüne girerken tangonun, akordeoncu küçük kumral kızı görürsün, hep aynı şarkıyı nasılda duygulu çalıyor derken, yere sigarasının jelatinini atan Greenpeace gönüllülerini görüp eğlenirsin. Lisenin kapısını görünce, okuyamadığın okula nazire olsun diye Fransızca bir küfür sallarsın. Sonra bir dostla Mustafa Amca ‘da kahveni yudumlarken, o kadar mutlusundur ki insanlığını hatırlar, gülersin içinden. En kötü durumlar da galesiz ,umursamaz ve çocuk gibi mutlu olabilen insanlığını hatırlarsın.
Sonra belki en vahim durumlarda, insanlığını unutmamışların sayısının çok olabileceği ihtimaline sarılıp, sevinçle bir nefes daha çekersin içine.
Klasik, "hayat güzeldir ,hep sırıtalım" ezberi yapmıyorum inanın. Zira hayat hiç de güzel falan değildir aslında. Ama yüzyılınız , coğrafyanız ve canım İstanbul’unuz bir ateşe tutulmuş cayır cayır yanarken, İstiklal’de yahut Süleymaniye`nin duvarına yaslanmış otururken, veya ne bileyim Çengelköy`de anlamsız bir şekilde balık tutanları izlerken, içimize bir huzur çökse buda yetmez mi ? Şükretmeye , mutlu olmaya ve devam etmeye...
Herneyse, bana çok iyi geliyor. Kimsenin işinede karışmak haddimize değil. Ama en azından çok olduğunuzu biliyor, iman ediyorum. Hala çok fazla "insan" var. Eminim

Hiç yorum yok: