Pazartesi, Eylül 25, 2006

Altın Portakal


En iyi filmde nedense jürinin en beğendiği yönetmen, oyuncu, senaryo yok. Çok merak ettim dünyanın başka yerinde olur mu? En iyi film seçiyorsunuz ama başka hiç ödülü yok. Ne yönetmeni ne senaryosu ne başrol oyuncusu en iyi olmayan bir en "en iyi" .







En iyi film“Kader” Yönetmen Zeki Demirkubuz300.000-YTL para ödülü ve Altın Portakal Heykeli
Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü“Takva” Yapımcı Sevil DemirciAltın Portakal Heykeli
Behlül Dal Genç Yetenek Özel ÖdülüUfuk Bayraktar (Kader filmindeki rolüyle) Digiturk’un desteğiyle 25.000.-USD + Altın Portakal Heykeli
En İyi YönetmenNuri Bilge Ceylan “İklimler” filmiyle30.000.–YTL ve Altın Portakal Heykeli
En İyi SenaryoÖnder Çakar “Takva” filmiyle20.000.-YTL ve Altın Portakal Heykeli
En İyi MüzikGökçe Akçelik “Takva” filmiyle20.000.-YTL ve Altın Portakal Heykeli
En İyi Kadın Oyuncu Sibel Kekillli “Eve Dönüş “ filmiyle
En İyi Erkek Oyuncu Erkan Can “Takva” filmiyle
En İyi Görüntü Yönetmeni Soykut Turan “Takva” filmiyle
En İyi Sanat Yönetmeni Erol Taştan “Takva”
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Civan Canova “Eve Dönüş”
En İyi Kurgu Ayhan Ergürsel “İklimler”
En İyi Laboratuar Sinefekt “İklimler” ve “Takva”
En İyi Makyaj ve Saç Nimet İnkaya “Takva” filmiyle
En İyi Kostüm Tasarımı Ayten Şenyurt “Takva” filmiyle
En İyi Ses Tasarımı ve Miksaj İsmail Karadaş “İklimler” filmiyle
En İyi Özel Efekt “Cenneti Beklerken” Uğur Erbaş

Çarşamba, Eylül 20, 2006

"where the wild roses grow"

They call me The Wild Rose
But my name was Elisa Day
Why they call me it I do not know
For my name was Elisa Day
From the first day I saw her
I knew she was the one
As she stared in my eyes and smiled
For her lips were the colour of the roses
They grew down the river, all bloody and wild
When he knocked on my door and entered the room
My trembling subsided in his sure embrace
He would be my first man, and with a careful hand
He wiped the tears that ran down my face
CHORUS
On the second day I brought her a flower
She was more beautiful than any woman
I'd seen I said, 'Do you know where the wild roses grow
So sweet and scarlet and free?'
On the second day he came with a single rose
Said: 'Will you give me your loss and your sorrow?'
I nodded my head, as I layed on the bed
He said, 'If I show you the roses will you follow?'
CHORUS
On the third day he took me to
the river
He showed me the roses and we kissed
And the last thing I heard was a muttered word
As he stood smiling above me with a rock in his fist
On the last day I took her where the wild roses grow
And she lay on the bank, the wind light as a thief
As I kissed her goodbye, I said, 'All beauty must die'
And lent down and planted a rose between her teeth

Salı, Eylül 19, 2006

Elif Şafak



Çağının en büyük romancılarından biri olan, moderniteyi postmodern kalıplardan farklı eleştirebilen, mütereddüt yolculuğunda ki cesur yazara yapılan saldırılar son derece anlamsızdır. Türk entelijansiyasını Elif Şafak a sahip çıkıp feyz almaya davet ediyorum. Kültürüne ve diğer kültürlere son derece hakim olan yazarın romanları dikkatle incelenirse, Türklüğü aşağılaması ihtimali olmadığı görülür. Işığın doğudan yükseldiğini bilen yazara saygı selam ederim. (tansel)




Peki siz romanınızda gerçekten Türklüğü aşağıladınız mı?

Hayır tam tersine... Aslında ben romanda, Türkler ve Ermeniler arasında belki şimdiye kadar konuşulmamış birçok doğal, gündelik hayattan beslenen köprünün kurulabildiğini düşünüyorum. Açıkçası romanı okuyan hemen herkesten de bu yönde bir bir görüş aldım. Kemal Kerinçsiz ve onun gibi düşünenlerin nasıl roman okuduğunu anlamış değilim. Roman okuma alışkanlıklarının olduğundan da emin değilim. (zaman gazetesi 19.09.06)

Pazartesi, Eylül 18, 2006

babil-istanbul-newyork

Kaldırımla asfaltın arasında bir yerde hissedenlerin takıldığı bir sosyal grupta, yemekten sonra uzatılan bir sigara kadar elzemken, bırakıverdi maviye özlemi...
Hayat siyahsa ve insanlar gri, deniz bir şeyi ima ediyordu sanki. Bir şeyi yansıttığı söylenir ya, göğe dair. Bir sır saklı gibidir. Göğü bilmek isteyene yol gibi durur. Ama bırakıverdi maviyi düşünmeyi. Gri sinir hücrelerinde yayıldı siyahlar.
Ama o asil siyahtan söz etmek doğru değildi, durumunu izah etmek için. Bir anda küreyi kaplayan ve bir yerde huzur ve sükûnla duran hürmüzün nurunu örtmeye, bir bakıma onun parlaklığını ispata şahlanan siyah yeleli siyah toynaklı ahrimanın siyahı...

Babil…… “ doların ve petrolün gölgesinde yinelenen zaman yıkıldı babil tanrısı marduk, ziggurat kulesinden”
(ali çağlar)
Tepelerinde meşaleler yakılı kulelerin, pazarlarında gülümseyen kızların, evinin avlusundaki tulumbaya huzurla bakan yaşlı gözlerin sahibi, eli tesbihli ve o avludan yıllar önce kimbilir kaç kez su çeken ihtiyarın "Babil"i değildi artık buralar.
Kerbela da gene bir hareketlilik vardı bu sabah. Önce yezidin torunları geri döndü sanılan bu adamlar; uzun boylu ve sarışındılar. Hangi boydan oldukları anlaşılamayan değişik tas gibi sarıkları vardı başlarında. Sevgililerin mahremiyetine destursuz giren adamlar. Türbelerin adabından ve de velilerin gazabından bi haberlerdi. Çok düşman gören topraklar bile tanımıyordu böyle usul.
Birden kaldırdı başını Hüseyin dede ve bir çığlık gibi baktı torununa.
- Kapat şu televizyonu da adam gibi dışarıda öl.



İstanbul……… “çınarlı kubbeli mavi bir liman”
( nazım h. R. )
Kapattı televizyonu. Hızlıca dışarı çıktı. Bir sigara yaktı. O nun yanına gitmeliydi. Çok hastaydı ve biraz âşık. Tek bir dertten muzdarip, ömrünün en mühim davasına gidenlerin hissiyatı içerisinde yârinin evinin yoluna revan oldu. Biraz ıslanmıştı ki iskeleye vardı. Vapur az önce kalkmıştı. Motorlardan biri hareket etmek üzereydi. Tekneye çıkarken kulağının dibinde - Beşiktaş diye bağıran kendi yaşlarındaki çocuğa ters bir bakış fırlatıp, içeri girdi.
Sabah kalktığına pişman izlenimi veren yüz kadar ifadeye şöyle bir bakıp, orta üçlünün en arkasında ki iki kişinin, biraz yayılma haklarını kaybetmesine sebep olmasından ötürü oluşan kem gözlerden sakınıp kenara ilişti.
Sevgilisi...
Aklına yalnız o geliyordu. Aslında hastalıklı bir ilişkiyi müjdeleyen davranışlar ve diyologlar sezmiyor değildi. Çünkü hiç kavga etmemişler ve hiç bir konuda seslerini yükseltecek tansiyona çıkmamışlardı. Dört aylık bir ilişki için bu sakinlik normal değildi.
Sevişmeleri de, sohbetleri de bu düzeyde oldukça sakin cereyan ediyordu. Buna rağmen birbirlerine muhtaç bir portre çiziyorlar ve ilişkinin tek tutkulu yanı belki bu arayıp sormaları meraklarıydı. Dört aydır hiç bir dernek toplantısına katılmamıştı. Canını sıkmamak için haberlerden çok dizi ve müzik programı takipçisi olmuştu.
“Bir kadın hayatına girdi ve olması gereken bütün öfkelerini emdi sanki.” diyordu bir arkadaşı. Bu muydu hayatla, siyasetle kavgasının sebebi. Yükselen libidosunun başka bir yolla tatmininden mi ibaretti. Çok kızmıştı arkadaşına. Ama ne zaman bir dostuna aşırı tepki gösterse içten bir ses tepkinin şiddetiyle ters orantılı haksızlığını fısıldıyordu sanki. Korkmuştu bu sesten kurtulmak istedi içindeki muhalif fısıltıdan. Aşığım ve mutluyum, geri kalan boş diyen şairler, şarkılar ona merhem oluyorlardı. Ama o zalim ses "o kadarda aşık değilsin" demeye koyulduğunda daha da sinirleniyor, korkuyordu hem de nasıl .Dava adamı olmak, yalnızlık panzehiriyle sunulduğunda ancak daha az acı verir. Çünkü sevmek birlik ister. Aşk; mumdan bir gemiyle alevden bir denizde yüzmektir. Böyle derler ve onunda aklında onaylanan bunlardı. Birilerinin, bir mefkûrenin ona ihtiyacı varmış gibi hissetmek.Buda mı bir ihtiyaçtı acaba. Bütün psikoloji kitaplarını yakmak istedi.
Motor iskeleye yanaştı. Avrupa topraklarındaydı. Ve öyle nefret etti ki avrupadan, anadolusuna kaçmak istedi. Gitmedi sanki ayakları. Ama doğuya kaçılmaz, gemiler yakılıp küffara kılıç sallanır. Gelenek buydu.
Başında uğruna ölebileceği kurumun "bjk" olduğu yazılı topluluğu fark edip güldü. Kiminle kime karşı savaşacağım.


New york……. “If I can make it there, I'll make it anywhere It's up to you, New York, New York”
(Sinatra)
Gülemedi kendisine "what s up turkey" diyen çocuğa. Hiç bir şeyde yapmadı. Ne çok istemişti amerikaya gelmek. Ne çok sevinmişti üniversitenin kabul mektubunu aldığında. Amsterdam dan kalkan uçak, atlas okyanusunu geçeli on ay olmuştu. İstanbul vapurları sevgilisi geride kalalı .
İhtişamlı okullar, geniş caddeler, sıradan esrar partileri, ucuz benzin ve çok şişman yahut çok zayıf hatunlar. Ve sonra belki en olasılıksız bir ihtimal onun için. Doğulu kompleksiyle aşağılanmaktan korkan sevimli Türk çocuğun İranlı sosyalist kıza aşkı. Müslümanlığını savunmaya kalktığı sevgilisinin karşısında girdiği açmazlar.
Burası amerikaydı. Ne gereği vardı dil tarihin orta bahçesinde aşağıladığı muhabbetlere maruz kalmasına. Ama ülkesini yere göğe sığdıramayan, düşmanı saydığı İslam devrimcilerine bile laf söyletmeyen, zekâsına hayran kaldığı o güzel hatunun ışıl ışıl gözlerinde koca kıta eridi eridi. Sigaraya yeniden başlandı, hediye aldığı "nike" lar ücra yerlere saklandı, amerikan bayraklı t shirtler atıldı. Fars-i gözlerin sihrinde yitip giden, terk edildi bir gün. İşte o gün kendisine hindi diyenlere bile ses çıkaramayan da kök saldı bir şeyler. Gülemedi, ağlayamadı günlerce.
O günlerin birinde, gene yürüyordu böyle ifadesiz yüzüyle. Ana caddenin kenarında, bir banka oturup yaktı sigarasını. Nerden geldiği belli olmayan düşüncelerle boğuşurken geldi aklına. Bir nisan sabahında parıldayan ve belki hayatının en güzel anları olduğunu düşündüğü o İstanbul maviliğini. Denize bakarken ayrılamaz sandığı aşkıyla ne kadar huzurluydu. Gelecek hayalleri, umutlar maviler. Büyük bir patlama duyuldu, dağılıverdi maviler. Her yer griye siyaha çalarken korkmadığını ve yeni bir şeylere başladığını hisseden, bilmiyordu o anda, tanık olduğunun amerikanın ilk canlı bombası olduğunu ve başkanlık konvoyunu vurduğunu.
Ve bir türlü istedikleri gibi "demokratik"leştiremedikleri ülkelerin, çocuklarının başlattığı iç savaşın başlamış olduğunu.


Kerbela'da Hüseyin dede radyosunu kapatırken dua ediyordu yaşlı gözleriyle.
-Allah gazalarını mübarek etsin...

Çarşamba, Eylül 13, 2006

Requiem for the end



Beni hep etkileyen bir aşk hikayesi. Ve jim den 3 sene sonra pam de gider.....
(eşe dosta lazım olur ve sevdiğimiz bir şarkıdır sözleride ekleyelim dedik)
This is the end
Beautiful friendThis is the end
My only friend, the end
Of our elaborate plans, the end
Of everything that stands, the end
No safety or surprise, the end
Ill never look into your eyes...again
Can you picture what will be
So limitless and freeDesperately in need...of some...strangers handIn a...desperate land
Lost in a roman...wilderness of pain
And all the children are insane
All the children are insane
Waiting for the summer rain, yeah
Theres danger on the edge of town
Ride the kings highway, babyWeird scenes inside the gold mine
Ride the highway west, babyRide the snake, ride the snake
To the lake, the ancient lake, baby
The snake is long, seven miles
Ride the snake...hes old, and his skin is coldThe west is the best
The west is the bestGet here, and well do the rest
The blue bus is callin usThe blue bus is callin usDriver, where you taken us
The killer awoke before dawn, he put his boots on
He took a face from the ancient gallery
And he walked on down the hallHe went into the room where his sister lived, and...then hePaid a visit to his brother, and then heHe walked on down the hall, and
And he came to a door...and he looked inside
Cmon baby, take a chance with us
Cmon baby, take a chance with us
Cmon baby, take a chance with us
And meet me at the back of the blue busDoin a blue rock
On a blue busDoin a blue rock
Cmon, yeah
Kill, kill, kill, kill, kill, killThis is the endBeautiful friend
This is the end
My only friend, the endIt hurts to set you free
But youll never follow meThe end of laughter and soft lies
The end of nights we tried to die
This is the end