Salı, Mayıs 18, 2010

Barbaros Şansal Röportajı Haber34


arbaros Şansal ile Türkiye`nin bir çok üniversitesinde yaptığı gibi İTÜ`deki semineri sonrası Ayazağa kampüsünde buluştuk. 14 Haftada 28 seminer yaptığını söyledi Şansal. Sohbetimize burada başlayıp, arabasında devam edip ve The Marmara Kitchenette`de nihayetlendirdik. Bu arada Piramid Sanat`ta sergilenen Eser Afacan`ın müthiş sergisi "Sanat Tanrının Bir Damla Gözyaşıdır" gezdik. Barbaros Şansal ile konuşurken samimiyeti ve genel kültürü sayesinde tek bir konuda kalamıyor sorduğunuz soruların çok dışına çıkabiliyorsunuz. Mümkün olduğu kadar sorularımın yanıtlarını kayıtlardan bulup sizlerle paylaşıyorum. Ancak size bu röportajda hepsini aktaramadığım samimi geniş bir sohbet imkanımız oldu sevgili Barbaros Şansal ile.
Tansel Akdan:  İnsan yapmadıkları ile anılır demiştiniz, daha önceki bir açıklamanızda. Barbaros Şansal nasıl anılmayacak?

Barbaros Şansal: Karı satmadı, uyuşturucu satmadı, hırsızlık yapmadı, reklam filmi çevirmedi, yarışmadı, sunucu olmadı, jüri üyesi olmadı ve devlet ihalesi almadı.

T.A: "İstanbul Modası" diye bir şey var mı?

B.Ş: Yok. Türkiye`nin yok. Türkiye, Atatürk`ün şapka devrimi ile bir kıyafet değişimine girdi. Türkiye’de 1950`lere kadar olan süreçte doğru yatırımlar, ulusal kalkınma planları ile birlikte, Sümerbank ile başlayan bir sürecimiz vardı, o maalesef imha edildi. Etnik kökeninden, kültürel kökeninden hiç bir zaman feyiz almadı. Hatta şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ndeki eğitim kurumları "Bologno Yasaları" gereği yurt dışından diktelerle yeniden şekillendiriliyor. Hangi istikbal vardır ki yabancıların arzı ve isteklerinin üzerine inşa edilebilsin. Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir zaten.

T.A: Peki, Milli bir moda olmalı mı sizce?

B.Ş: Tabi ki, bugün Afrika’da Senegal`e gittiğinizde bir milli görünüm var, Çin`e gittiğinizde bir milli görünüm var, bir Fransa’ya gittiğinizde o küçük tayyörü ve pardösüsü ile yılların getirdiği, süzülmüş bir görüntü var, İtalya ve İngiltere`ye gittiğinizde buraların modasından bahsedebiliyorsunuz. Ama Türk Modasından bahsedemiyorsunuz. Türk Modası yetersiz insanların makamlara getirilip, kaynakların kötü kullanılması yüzünden tamamen imha edildi. Bir distribütör! Ama bu Türk Modasının distribütörlüğünün bir başka sebebi de medyadan siyasete, sanayiden ticarete her şeyin ülkemizde distribütör olması. Yani Türkiye`de üretim yapan markaların adları bile Latince, o zaman nasıl Türk Modasından bahsedebiliriz.

Müslümanın Başını Vakko Örter !

T.A: Modada Osmanlı`dan ilham alınmasına ne diyorsunuz?

B.Ş: Osmanlı benim hiç bir zaman feyiz alacağım bir kaynak değil. Osmanlı bir milletler topluluğudur zaten. Osmanlı`nın bir modası yoktur, zaten Osmanlı`da moda yoktu. Osmanlı`da bir imparatorluk olduğu için mesleki giyim vardı. Sadrazamın kıyafeti belliydi, yeniçerinin kıyafeti belliydi, şerbetçinin, çorbacının kıyafetleri belliydi. Cariyenin ve zennenin kıyafetleri belliydi. Hiç kimse kimsenin kıyafetini giyemezdi.

O zaman giyim bir kimlikti moda değildi.

Operanın insanlık tarihine girmesiyle modanın yazılı tarihi başlar. Bu edebiyatın mimariye dönüşü, o mimarinin içinde de temsillerin sahnelenişi ile artık insanlar o halk kahramanları gibi giyinmeye çalışacaktır. Oradan feyiz alarak başkası gibi giyinmeye çalışmak başlar. Modanın başlangıcı aslında böyle bir şey. Dünyadaki akademisyenlerin kabul ettiği başlangıç böyle bir şey. Yoksa Türk Modası diye bir şey yok. Türkiye`deki bugün marka diye adlandırdığımız Zara, Mango ve Vakko gibi firmalara bakarsanız hiç biri Müslüman değil hepsi Musevi’dir. Müslümanın başını Vakko örter !

T.A: Zaten onlar da Osmanlı`nın bir unsuru değil mi, yani Türk Musevileri?

B.Ş: Yok. Türkiye`de iplik ve tekstil kimyasalları zaten Musevi tekelindedir. Türk Musevi’si yanlış bir tabir o zaman Türk Müslüman’ı diye de bir tabir kullanmamız gerekir. Önce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktır burada ilke. Ama işte iktidar Müslüman, ticaret Yahudi ama strateji Hıristiyan. Ama o zaman olmuyor bu işler, bu işin modası olmuyor işte (gülüyor).
Barbaros Şansal foto: tansel akdan

Banyoya boy aynası astığım gün ben kendimi buldum !

T.A: Gene eski bir konuşmanızda, aynaya sadece insan bakar demiştiniz. Felsefe ile ilgilendiğinizi biliyorum. İnsanın kendini tanıma sürecinde bulduğunuz herhangi bir metodunuz var mı? Ben buldum kendimi diyebileceğiniz?

B.Ş: Tabi tabi ben buldum kendimi. Banyoya boy aynası astığım gün ben kendimi buldum.

T.A: Ama İnsanın aynaya bakmasını eleştiriyorsunuz?

B.Ş: Bakın ne diyorum, sadece suratıma bakmadım Türkiye Cumhuriyeti`ndeki tuvaletlerde aynalar musluktan 60 cm yukarıda vesikalık resim kadardır. Çıplak bedeninize bakabildiğinizde, onu saklamadığınızda, onu diğerlerine de açabildiğinizde aşıyorsunuz zaten. Aynaya tıraş olurken bakıyorsunuz, makyaj yaparken bakıyorsunuz, çalışırken vs. Ama Tiyatro sanatında aynaya bakarak çalışmak yasaktır. Hiç bir canlı aynaya bakarak yaşlanmaz. Bir inek bile su içmek için bir yalağa doğru eğildiğinde ve dilini suya değdirdiğinde su titrer ve artık sadece su içme fiili ile ilgilidir. Oysa insan şarap kadehini alır, restoranda ilerdeki aynadan içerken nasıl göründüğüne bakar. Bu çok komik gelir bana. Ayna karşısında kravat bağlamaya çalışırsanız kravatın düğümünü ters atarsınız. Saçınıza topuz yapmaya kalkarsanız topuzunuz yamuk olur. Çünkü aynalar hayatı tersten gösterir. Önden gösterdiği yüzeyin arkasında simsiyah bir kaplama vardır. Zehirli bir cıva! Şunu unutmamak lazım ambulance yazısını dikiz aynasından okuyorsunuz ama karşıdan karşıya geçerken ecnalubma şeklinde görülür.

Ben aynalar karşısında 45 yıl geçirdim kadın terzisi olarak, aynalardan nefret ederim. Aynalar yalan söyler! Aynalar doğruyu söylemez. O yüzden dikkat ederseniz giyim kuşam alışveriş yapılan her yerde aynalar hafif eğri konulur ki daha uzun boylu ve daha ince göstersin insanları diye. Kandırmaca, kandırmaca...(gülüyor).

Reklam aslında kötü ve özürlü olanın teşhiridir. Eskiden bizi reklam etme derdik. Şimdi bizi reklam etsene diyoruz.

T.A: İstanbul Belediye Başkanı olsanız estetik görünmeyen tüm bina ve şeylerden kurtulur muydunuz, yönetimlerin estetik kaygısı olmalı değil mi?

B.Ş: Olmam öyle bir şey (başkanlığı kast ediyor). Olmalı tabi ki. Her kentin estetik kaygısı vardır, tüm dünya kentleri bunu umursarlar.

T.A: İstanbul için çok geç denebilir mi peki?

B.Ş: İstanbul artık geri dönülemez şekilde imha edildi. Topkapı Sarayını değil Dolmabahçe Sarayı`nı geziyor insanlar! Genelde protokol yollarında açtırılıyor laleler ama şehrin arka sokaklarında çocuklar açlıktan ölüyor. Bir imar kavgası var İstanbul`un. İstanbul`un bütün ciğerleri söküldü atıldı. Bütün nehir yatakları terbiye edilmeye çalışılıyor. Doğaya karşı gelemezsiniz. Bu topraklar deprem bölgesidir, deprem bölgesinin altına sadece 100 yıl ömrü olan bir tüp geçit yapılmaya çalışılıyor.

Kuzey rüzgarlarını kesen gökdelenleri ile, daracık yolların kenarlarına yapılan alış veriş merkezleri ile, sosyal konut projesi adı altında yapılan ve uzun ömrü olmayacak çirkin ve prefabrike binaları ile... Gecekondu var mesela, ben gecekonduya karşı değilim, gecekondu hiç değilse geldiğinde kendi kimliğini getirdi. Bahçesine meyve ağacı ekti, kavak ekti, yani bir toprak bıraktı etrafında.

T.A: Çok rahat konuşuyorsunuz. Bu birçok kişiye dokunan konuşmalar size tehdit ya da diplomatik bir kibarlık ile uyarı şeklinde yansıdı mı?

B.Ş: Tabi ki. Teknik takibe alındım, jandarma karakollarına davet edildim, özel yaşantım deşifre edilip suratıma okundu. Selimiye`de yatmış bir adamım ben, zührevide de yattım. Bu ülkedeki davranış bozukluklarına alışmış bir insan olduğum için hiç umursamıyorum. Baya, ciddi ciddi tehdit edenler de oldu. Hatta Oda TV dalga geçti benimle, paranoyak olmakla suçladı beni. Soner Yalçın Bey, sahiplerinden iyi tanırım kendisi iyi bir iç güveysidir. İşte Cüneyt Bey (Özdemir), şarap kadehi elinde Taksim’den canlı yayın sunar. Yani etik biri yok! Türkiye Cumhuriyeti`nde mecra yok edildiği için medya da bir kiralık kalem artık. İnternetin gelişi ile biraz biraz farklılıklar ve çeşitlilikler gene doğmaya başladı ama hard copy dediğimiz, yani tarihte kalıcı kopyalara izin verilmiyor. Hatta internetten çıktı bile almıyor insanlar. Milli Kütüphanemizdeki bütün gazete arşivlerinin özellikle 1940`lar ile 60`lar arasındaki dönemin arşivi olan gazetelerdeki birçok haber kupürünün yırtılıp yok edildiğini gördüm ben. İsmet İnönü döneminin kötülükleri bunlar. Tek partili dönemlerde hep aynı sorunlarla karşı karşıyayız. Daha sonra demokratların gelişi, Menderes dönemi.
Barbaros Şansal foto: Tansel Akdan

T.A: Ulusalcı bir üslubunuz var, İsmet İnönü`yü eleştirirken İsmet İnönü`ye sahip çıkanların eleştirisinden korkmaz mısınız?

B.Ş: Korkmam çünkü ulusalcı olmak için İsmet İnönü`yü iyi tanımak lazım, İsmet İnönü ulusalcı değil ki! İsmet İnönü sayesinde Koç Holding doğdu, bu mu ulusalcılık? Türkiye Cumhuriyeti`nde bütün vilayetlerin önünde Atatürk heykeli vardır, Malatya Valiliği hariç, orada İsmet İnönü heykeli vardır.

Ulusalcı olmak için önce ulusun ne olduğunu anlamak lazım. Ulusun der! Ulusun bir parçasıyım ama ulusalcı değilim. Ben diyanet İşleri`nin hemen kapatılması taraftarıyım. Camilerin bağımsız yapılması taraftarıyım.

T.A: Cemaat kamplaşmaları olmaz mı camilerde?

B.Ş: Olmaz çünkü hepsini bir yerde toplayarak hiyerarşik bir güç yapacağına, bırak onlar da kendi işlerinde güç olsunlar, bak ortalık ne oluyor? Anadolu insanı kendi bildiğinden şaşmaz. Mış muş gibi yapar, gene ne varsa Anadolu`da var.

T.A: İnternette Yıldırım Mayruk ya da Barbaros Şansal aramalarında hala Deniz Akkaya`nın geniş dekolteli o kostümü ile podyumdaki fotoğrafları çıkıyor. Bu sizi ya da Yıldırım Bey`i rahatsız ediyor mu?

B.Ş: Ne yapayım açlar (medyayı kastediyor)... Bu benim yaptığım bir tasarımdı. Deniz Akkaya öyle patladı ama ondan sonra patlak lastikli Ciplerle Dolmabahçe yollarında ağaç karga kaldı! Koleksiyon bizim, sahne bizim, ışık bizim, elbise bizim, saç bizim, makyaj bizim o sadece orda kiralık bir askı. Ama medya biliyorsunuz, neden sadece o tarz resimleri basar çünkü Türkiye Cumhuriyeti`nde hapishanelerin nüfusları bellidir oralara mastürbasyon malzemesi lazım (gülüyor).

T.A: Deniz Baykal`ın istifası ile ilgili bir şey söyler misiniz?

B.Ş: Baykal, beyefendi bir adam ama zaten CHP İş Bankası`na bir ortak, ayrıca tüm kamu binalarının sahibi. E kiracısı Adalet ve Kalkınma Partisi, dolayısıyla ne söyleyebilirim ki bunlar ticari ortak zaten... Yok, oy vermezsen hapis cezası, olur mu böyle demokrasi? Zaten demokrasi yoktur, böyle bir kavram yoktur. Demokrasi Amerika`nın promosyon malzemesi.

Bu ülke el birliği ile parçalanarak çökertilmeye çalışılıyor !

T.A: Size hiç aktif siyaset teklifi geldi mi?

B.Ş: Bu konuda pek konuşmam. Ben söyleyeceğimi söyledim zamanında. Atatürk`ün çocukları neden çiçekli pantolonla Meclis`e giremesin? En fazla Merve Kavakçı kadar aykırı kalırlar dedim konuyu kapadım. Bu ben ya da bir başkası. Çeşitlilikler ve farklılıklar zenginliktir. Meclis dediğiniz zengin olmalıdır. Meclisin %20`si bağımsız olmalı. Meclisinin % 7`si kadın % 3`ü bağımsızsa zaten bağımlı bir meclissin.

Doğduğunuzda 164 ülke içinde bir tek Türkiye, kadını ve erkeğine farklı renkte nüfus cüzdanı veriyor. Dünyada hiç bir ülkede yok! Bir tek Türkiye Cumhuriyeti. Sonra, bakir, bakire, dul... Ne demek? Ondan sonra Siirt`i seyrediyoruz. Ahlak ve erdemimiz süratle eriyor. Büyük bir yozlaşma var. İçten ve dıştan bu ülke el birliği ile parçalanarak çökertilmeye çalışılıyor ama işe yaramaz.

T.A: Umut var yani?

B.Ş: Umuda gerek yok. İşe yaramaz, bunu beceremezler. Bu halkın infiali inisiyatifinden fazladır her zaman.

T.A: Siyonizm’e çok vurgu yapıyorsunuz?

B.Ş: Çok vurguluyorum, altını çok çizmek gerekir. Yani ben antisemit değilim. Benim bir sürü Musevi arkadaşım var. Görüştüğüm dostlarım var. Musa`ya inanan insanların hepsi Siyonist değil. Ama Yahudilik dininin Siyonizm’i dünyaya çok kötülük yapıyor. Düşünün dünyada 25 milyon Yahudi var, bunun 2.5 milyonu İsrail`de yaşıyor, 11 bini Türkiye Cumhuriyeti`nde yaşıyor. O kadar...

Türkiye`ye Dikişi Öğretiyorum

T.A: Televizyon programı düşünceniz var mı?

B.Ş: Toplu İğne ve Çengelli İğne gibi bir program düşünüyoruz Sky Turk`de. Dikişin inceliğini ve kalınlığını konuşacağız. Türkiye2ye Dikişi Öğretiyorum ! Oturup dikişi anlatacağım Türkiye`ye, ama anlatırken teşbihli tuluata müracaat edebilirim. Hiciv yapabilirim, bu benim mesleğim ben dike dike bu günlere geldim, diker geçerim (gülüyor).
Röportaj ve Fotoğraflar: Tansel Akdan

Hiç yorum yok: